Ulucami'de tevazu dersi

Altı bin adet ceviz ağacından parçanın kullanıldığı minberin bazı yerlerinde de altın yald

Haber Giriş Tarihi: 21.07.2013 23:26
Haber Güncellenme Tarihi: 21.07.2013 23:26
https://sehirmedya.com/
Altı bin adet ceviz ağacından parçanın kullanıldığı minberin bazı yerlerinde de altın yaldızla boyanmış ilginç hadis-i şerifler okunabilmektedir. Tepede minberin tacında yazan hadis-i şerif “el mü’minu fil mescidi ke-ssemeki fil mai, velmunafiku fil mescidi ke-ttayri fil kafesi” hadisidir. Yani bir mümin mescitte sudaki balık gibidir, halinden memnundur, rahattır. Bir münafık ise mescitte kafesteki kuş gibidir bir an önce çıkıp kurtulmak ister.   Hazırlayan: Ömer Kaptan kaptanomar@gmail.com Tevazu insanın bitmez tükenmez hırs ve isteklerine perde çekebilmesiyle ortaya çıkıyor. Ve bu aşırı isteklerden biri de meşhur olma, ismini duyurabilme arzusudur. Bu yüzden tevazuunun boyutlarından biri de ismini ön plana çıkarmadan, teveccühü nastan uzak durabilme salahiyeti olarak kendini gösterir. Kültür tarihimizde ismini ön plana çıkarmadan nefsini tezkiyeyedevam eden pek çok örnek isim vardır. Ramazanda ziyaretine pek alıştığımız Ulucami de bize bunlardan bazılarını hatırlatır. Şimdi caminin içinde bu tevazu örneklerine birkaç örnek göstermeye çalışacağım: Ulucami’nin hiç şüphesiz günümüze ulaşmış en kıymetli eseri minberidir. 1855 depreminde yıkılmayan iki kubbeden biri olan mihrap kubbesi bu şahane yapıyı korumuş ve günümüze kadar ulaştırmıştır. Bu minber hem dış güzelliğiyle hem de iç güzelliği, tarihi misyonuyla bize iki ayrı tevazu örneği sunuyor. Dış güzelliğinden başlayalım; Minberin Verdiği Ders Bir benzeri Konya’da Alaattin Camii’nde bulunan bu minberin Zahiri güzelliğinden kasıt, estetik görünüş güzelliği ve künde kari işçiliğiyle yapılmış oluşudur öncelikle. Hiçbir yapıştırma ve çivi kullanılmadan sadece geometrik şekillerin iç içe geçirilmesiyle oluşturulmuş bu minberin üzerinde birbirinden güzel şekiller, motifler, yıldızlar, yıldız yolları gezegen kabartmaları, çiçek motifleri vs. yapılmıştır. Ve bazı yerlerinde sedef kakma işçilik kendini gösterir. Altı bin adet ceviz ağacından parçanın kullanıldığı minberin bazı yerlerinde de altın yaldızla boyanmış ilginç hadis-i şerifler okunabilmektedir. Tepede minberin tacında yazan hadis-i şerif “el mü’minu fil mescidi ke-ssemeki fil mai, velmunafiku fil mescidi ke-ttayri fil kafesi” hadisidir. Yani bir mümin mescitte sudaki balık gibidir, halinden memnundur, rahattır. Bir münafık ise mescitte kafesteki kuş gibidir bir an önce çıkıp kurtulmak ister. Bu ilgi çekici hadisi şeriften daha ilgi çekici olan ise minber üzerindeki gök cisimleridir. Çünkü bir cephesi galaksi sistemini diğer cephesi ise güneş sistemini adeta canlandırmış olan minber yüzeyi fezayı  gözümüzün önüne getiriyor. Camilerde gök yüzünü, yani sonsuzluğu hatırlatarak insana sükunet, dinginlik verengök cisimleri burada çok daha dikkat çekici halleriyle büyüklü küçüklü yerleştirilmiştir. Şaşırtıcı olan şu ki, minberin yapıldığı tarih, kitabesinde yazan ifadelerden anlaşıldığına göre hicri 802, yani miladi 1399 yılıdır. Modern(?) Avrupa’da, değil 1300ler 1600lü yıllarda bile dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Galileo gibi adamlar idam edilirlerken, İslam dünyasında yüzyıllar önce daha 11. yy.da  ‘Bîrunî’ gibi büyük bilim adamlarımız dünyanın yuvarlak oluşunu bırakın, enlem-boylam hesapları yapmaya başlamışlardı. İşte bu minber İslam dünyasının, döneminde ne kadar önde olduğunu da gösteren çok güzel bir örnektir. Peki, pek çok özelliğiyle ön plana çıkan bu değerli minberi kim yapmıştır? İsmini hemen minberin kitabesinde arıyoruz ama göremiyoruz. Kitabede ustanın ismi yazmıyor. Minberin ustası Mehmet bin Abdülaziz efendi kendi ismini minberin bir yanına gizlemiştir. İsmini ön plana çıkarmak istemeyen büyük sanatkâr süslemelerin arasında zor ayırt edilebilecek bir yerde kendini gösterir bize. (resim1) “ameli el hac Mehmet bin abdulazizibn-uddevaki” ; (bu minber) Devak’lı Mehmet bin Abdülaziz efendinin işidir. Minber sadece ustasının ismiyle bize tevazu dersi vermez. Minberin bir de iç derinliği, tarihi bir misyonu vardır. Bu minberin camideki günümüze ulaşmış en eski yapı olduğunu söylemiştik. Ve bu minberle birlikte anılan efsanevi bir hikaye vardır ki Ulucami’nin açılış günü yaşanmıştır. Ve bu hikâyenin kahramanı olan kişi, Somuncu Baba bu olayla toplumun hafızasına kazınmıştır. Rivayete göre Ulucami’nin ibadete açıldığı gün sultan Yıldırım Bayezid, dönemin büyük velisi ve alimi olan Emir sultan hazretlerine ‘emirim buyurun, ilk Cuma hutbesini siz verin’ diye teklifte bulunur. Ancak Emir sultan padişahın teklifini reddeder ve ‘sultanım benden daha liyakatli bir kimse burada varken, zamanın kutbu aramızda dururken bu hutbeye çıkıp hutbe vermekten haya ederim’ der. Ve bir kişiyi gösterir. Emir sultanın gösterdiği kişiye baktıklarında herkes şaşırır, çünkü gösterilen kişi o güne kadar sadece Ulucami civarında ekmek dağıtmasıyla bilinen‘ekmekçi koca’ ya da ‘Somuncu Baba’ olarak anılan Şeyh Hamid-i Veli hazretleridir. Ama o güne kadar ‘hazret‘değildir. Sadece Somuncu Babadır. Ve bu işin sırrını padişah ta merak edince O da Somuncu Baba’dan minbere çıkması konusunda ricada bulunur. Israrlar üzerine, Mehmet bin Abdülaziz efendinin yaptığı şahane minbere çıkan somuncu baba halkın şaşkın bakışları arasında şahane bir hutbe verir. Verdiği hutbeyi herkes hayranlıkla dinler ve somuncu babanın ilmi vukufiyetini, ne kadar derin bir ilme sahip olduğunu herkes görür. Dönemin büyükalimleri de oradadır. Osmanlı devletinin ilk şeyhülislamı olan Molla Fenari hazretleri yazmış olduğu Fatiha suresi tefsiri kitabını(ayn-ülayan),  dinlediği bu hutbeden mülhem olarak yazdığı rivayet edilmiştir. Ve somuncu babanın hutbesi sıradan bir hutbe değildir. Fatiha suresini yedi farklı tarzda tefsir eden somuncu baba rivayete göre ilk hutbesini herkesin anlayabileceği bir tarz da yapmıştır. Sonra yeniden tefsire başlamış ama bu defa konular biraz daha ağırlaştığından anlayanların sayısı azalmış ve sonrakini cemaatin ancak yarısı anlayabilmiş. Ve daha sonraki tefsirlerini de ancak ilim adamları ve arifler anlayabilmiştir. Bu hutbeyi verdikten sonra somuncu babayı herkes kendi mekanına davet edip ikramda bulunmak istemiş ve caminin üç kapısından çıkan cemaat de ‘somuncu baba bizim kapıdan çıktı’ diye yemin edince somuncu babanın bir kerameti olduğuna inanılmıştır. Peki, bu meşhur hutbeden sonra ne oldu? Somuncu baba şöhreti yakaladıktan, insanların teveccühünü bu denli kazandıktan sonra refah içinde bir hayat mı yaşamıştı? Hayır. Somuncu Baba Ulucami açılışındaki o meşhur hutbesinden sonra “Şöhret afettir” der. Ve meşhur olduğu şehirden ayrılmaya karar verir. Şehirden ayrılmaya karar verince, ilimde müşkülatını giderdiği Molla Fenari onu kolayca bırakmak istemez. Onu şehirde kalmaya ikna etmeye çalışır. İnsanlara burada faydalı olmasını ister. Şehrin çıkışına kadar ikna çabaları devam eder. Ama somuncu babanın gitmekte kararlı olduğunu görünce bari der Bursa için bir dua et. Ve somuncu baba şehirden ayrılırken bir duada bulunur. Onu bir çınar ağacının altında dua ederken görenler, bu ağaca ‘Dua Çınarı’derler.  İşte Ulucami’de bugün hayranlıkla seyrettiğimiz minber, bir yandan da bize somuncu babanın bu hayretâmiz tavrını hatırlatır ve bize en güzel tevazu derslerinden birini verir. Hat Sultanının Tevazusu Ulucami’deki tevazu dersleri sadece minberle sınırlı değildir. Geçtiğimiz hafta ismini andığımız Şefik efendi de Ulucami’de bize güzel ders veren isimlerden biridir. Şefik efendinin ismi batı kapısının hemen yan tarafında şöyle bir beyitle görünür : “Bu hututun emr-olup tezhib ve tashihi heman, eyledi icra Muhammed’le Şefik natuvan”  “bu yazıların tezhibi ve tashihi (padişah tarafından) emredilince, Muhammed efendiyle güçsüz Şefik efendi hemen icraya koyuldular.” Bu yazıdan da anlaşıldığı gibi camideki büyük restorasyonda görev alan ve camideki yazıların çoğunu yazan Şefik efendinin buraya padişahın emriyle geldiği anlatılıyor. Ama Şefik efendi, yazdığı bu yazıda kendi isminden daha önce birini daha anmış; Muhammed efendi. Hat sanatları araştırmacısı Uğur Derman hoca bu Muhammed efendinin kim olduğuna dair pek bilgi bulunmadığını, sadece Şefik efendinin hizmetkarı ve cilt işleriyle uğraşan bir yaver olduğunu belirtiyor. Ama şu inceliğe bakın ki şefik efendi gibi İslam dünyasında iftiharla anılan yazılara sahip büyük bir hattat,tevazuundan olsa gerek kendi isminden evvel yaverinin ismini yazıyor. Ve ona ilaveten güçsüz (natuvan) sıfatıyla kendi ismini yazıyor. Bu beytin haricinde Ulu camideki hattatlarımızın sadece imzalarında kullandıkları tevazu ibareleriyle verdikleri güzel dersler de var lakin onları anmadan yalnızca çok güzel bir celi sülüs ibareyi son olarak sizinle paylaşayım: Genellikle büyük eserler vermiş olan müelliflerimizin eserlerini takdimden sonra kendi isimlerinden önce yazdıkları bu ibare, bize bahsettiğimiz tevazunun menşeini açıkça gösterir:  “Ve matevfiki illa billah”. Başarı benden değil Allah’tandır.