
Geçtiğimiz aylarda yapılan bilimsel bir araştırmada, Türkiye’nin doğal alanlarının son 20 yılda %30 oranında küçüldüğü rapor edildi. Araştırma, en büyük tahribatın ormanlık alanlarda ve sulak bölgelerde görüldüğünü belirtti. Orman yangınlarından kaynaklanan kayıpların yanı sıra maden aramaları, turizm tesisleri, otoyol projeleri ve enerji santralleri gibi büyük ölçekli projeler doğal yaşamı ciddi şekilde tehdit ediyor. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde inşa edilen hidroelektrik santrallerin (HES) yerel su kaynaklarını kurutma riski taşıdığı ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açtığı ifade ediliyor.
Uzmanların altını çizdiği bir diğer hassas nokta ise bu projelerin sadece ekosistemi değil, aynı zamanda yerel halkın yaşam koşullarını da doğrudan etkiliyor olması. Örneğin, maden çıkarma çalışmaları nedeniyle tarım alanlarının zarar gördüğü ve küçük yerleşim yerlerindeki halkın geçim kaynaklarını kaybettiği belirtiliyor. Ayrıca doğanın tahribatıyla birlikte artan sel ve toprak kayması gibi felaketler, proje bölgelerinde yaşayan insanlar üzerinde ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Bu tür projelerin istihdam yaratma ve enerji üretimi gibi gerekçelerle savunulmasına rağmen sürdürülebilirlik ilkesine aykırı olduğu sıkça dile getiriliyor. Çevre uzmanları, kısa vadeli ekonomik kazançlarla uzun vadeli doğa kayıpları arasında bir denge kurulması gerektiği görüşünde birleşiyor. Doğaya daha az zarar verecek alternatif projelerin tasarlanması gerektiğinin altı çiziliyor.
(Fatma Hatun Altıkardeş)