
Deri kanseri vakalarının büyük bir kısmı, ultraviyole ışınlarına olan aşırı maruziyete bağlanıyor. Güneş ışığındaki ultraviyole A (UV-A) ve ultraviyole B (UV-B) ışınlarının, cilt hücrelerinin genetik yapısında kalıcı hasara yol açtığı kanıtlandı. Uzmanlar, bu tür DNA hasarlarının hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmasına neden olabileceğini ve deri kanserinin temelini oluşturduğunu ifade ediyor.
Yakın zamanda yayınlanan bir araştırma, riskin sadece yaşlılık dönemine özgü olmadığını kanıtlar nitelikte. Çocukluk döneminde geçirilen bir güneş yanığının bile yıllar sonra deri kanserine neden olabileceği vurgulanıyor. Dermatologların bu konuda yaptığı uyarılar daha fazla önemsenmeli. Güneşte uzun süre kaldıktan sonra oluşan kızarıklık ve kabarcıklar, cildin kendini savunma mekanizmasının iflas ettiğinin bir işareti. Bu tür durumlar, ciltte meydana gelen genetik hasarı yalnızca belirgin hale getiriyor.
Güneşten koruma konusu ise daha da kritik bir hal almış durumda. Uzmanlara göre güneş koruyucu kullanımı, ultraviyole ışınlarını tamamen engelleyemese bile zararlı etkileri önemli ölçüde azaltabiliyor. Özellikle genç bireylere yaz mevsiminde doğru koruma yöntemlerini öğreterek riskleri minimalize etmek mümkün olabilir.
Halk arasında bronzlaşmanın sağlıklı bir görünüm olarak algılanması ise büyük bir yanılgıyı barındırıyor. Dermatologlar, bronzlaşmanın aslında cildin hasar gördüğünün bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Derinin koyulaşması, UV ışınlarına karşı verilen doğal bir tepki olup hiçbir şekilde sağlıklı bir durum olarak değerlendirilmemeli.
Deri kanseri riskiyle ilgili farkındalığın artırılması adına toplumsal bilinçlendirme çalışmalarına acil ihtiyaç duyuluyor. Güneşten koruyucu ürünlerin yaygınlaştırılmasının yanı sıra topluma açık alanlarda, özellikle yaz aylarında gölgelikli bölgeler oluşturulması bu noktada önem taşıyor. Okullarda düzenlenecek bilinçlendirme seminerleri de çocukluk dönemini hedefleyerek gelecekteki riskleri azaltabilir.
(Dilvin Altıkardeş)