SON DAKİKA
Hava Durumu

Baronun cehaleti

Yazının Giriş Tarihi: 17.02.2022 20:20
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.02.2022 20:20

İnsan gibi kurumlar da zamanla değişmektedir. İnsan ömrünün kısa zaman aralığında görülen köklü değişimlerin, insanın ihtiyaçları ve beklentilerinden dolayı bir açıklaması olsa bile aynı açıklamanın kurumların kimliğinde, üstlendikleri temsilde görülen değişimler için yeterli olmadığı açıktır.


Değişimin her zaman özgür iradeyle ve bireylerin seçimi ile olmadığı bilinmektedir. İstibdat idareleri baskı ile bireyleri değişime veya değişmiş görünmeye zorladığı gibi bu baskılara en çok kurumlarda muhatap olmaktadır. 1920’lerin başında İstanbul Barosu, özgürlüğün ve hukukun yılmaz bir kalesi olmuştur. Baro bu özelliğini en çok başkanı Lütfi Fikri Bey’e (Ö.1934) borçludur. İslami çevreler mesela halifeliğin kaldırılmasına açıkça muhalefet edemedikleri halde, Lütfi Fikri Bey sonuna kadar istibdata baş kaldırmış, halifeliğin kaldırılmasına muhalefet etmiştir. Ancak Takrir-i Sükun istibdadından sonra susturulmuş, baro başkanlığından el çektirilmiş ve 1934’e kadar yalnızca avukatlık yapabilmiştir.


Lütfi Fikri Bey başkanlığında ki baro, istibdada karşı mazlumların sığınağı ve savunma hakkının yıkılmaz kalesi iken  günümüzde ki İstanbul 1 Numaralı Baro ise 1920’lerin istibdadının sözcüsü durumuna gelmiştir. Savunma hakkının değil, mazlumların değil değişmeyen istibdadın yanında saf tutmuştur. Hukuku terk etmiş “devrimler” dediği tek parti idaresinin icraatlarının muhafızlığını seçmiştir.


Baro tek parti istibdadının muhafızlığını, adanmışlık hissiyle o kadar sahiplenmiştir ki “Türk Medeni Kanunu” dedikleri, İsviçre Medeni Kanunu’nun yalnızca bir kişinin istemesi üzerine yürürlüğe girmesinin 96. Yıl dönümünü (17 Şubat) bu barodan başka hatırlayan olmamıştır. Lütfi Fikri Bey’in başkanlık ettiği barodan daha çok dönemin İsviçre barolarından birisi durumuna gelmiştir.


Kanunların, toplumun ihtiyaçlarına, evrensel hukuk ilkelerine, toplumun geleneklerine mutabık olması özelliği baro için hiçbir anlam taşımamıştır. İsviçre Medeni Kanunu’ndan “geri adım atılmasına izin vermeyeceğini” ilan etmiştir. Dönemin istibdat idaresinin temsilcisi olarak kendini yasama yetkisinin üstünde sayarak, TBMM’de konu hakkında ki faaliyetlere izin vermeyeceğini duyurabilmiştir. Benzerleri ancak SSCB tipi komünist ülke barolarında görülebilecek bir siyasi dili tercih etmiştir. Baro bu tutumu ile had bilmediğini de ortaya koymuştur.


Baroya bakılırsa İsviçre Medeni kanunu ile Türkiye’de kadınlara evlenme, boşanma konusunda yetki verildiği gibi evlilikte yaş kuralı ve resmi nikah uygulaması getirilmiş, mirasta eşit olmaları sağlanmış yine bu kanun laik hukukun simgesi ve hukuk birliğinin simgesi olmuştur. 2017’de Nüfus Hizmetleri Kanunu ile “Müftülere de nikah kıyma yetkisinin verilmesi ile Medeni Kanunun 175/176. Maddelerindeki değişiklik ile boşanmış eşe ömür boyu nafaka verilmesinin iptal edilmesi ve aile hukukunda zorunlu arabuluculuk yapılmaya çalışılarak, İsviçre Medeni kanunu yok sayılmaya çalışılmaktadır.


Görüldüğü gibi baro medeni hukuk alanında TBMM’yi yetkili saymamaktadır. Bu konularda TBMM’nin faaliyetlerini suç saymakta ve bu suçların işlenmesine izin vermeyeceğini söyleyerek, yasama organını yani TBMM’yi tehdit etmektedir. Avrupa ülkelerinde papazların nikah kıymadığı bir yer var mıdır? Baronun tek kutsalı olan laiklik oralarda papaz nikahından zarar görmezken Türkiye’de müftülerin nikahı ile nasıl zarar görecektir? Üstelik her şeyin temeli saydıkları bu laiklik için yüzyıldan beri bir referandum yapılmamıştır. Cumhuriyet dönemi istibdadının tipik örneklerinden birisidir. Burada halk egemenliği yoktur. Halk zulüm ve korkuyla sindirilmiş, yalnızca bir kişinin isteğine göre yasalar düzenlenmiştir.


Evlenme ve boşanmada kadının İsviçre Medeni kanunu ile yetki sahibi edildiği iddiası boştur. Osmanlı döneminde de kadının bu hakları vardır. 1917’de Hukuk-u Aile Kararnamesi (HAK) ile ikinci evlilikte “birinci eşin rızası” kuralı getirilmiş, böylece ikinci evlilik fiilen ortadan kaldırılmıştır. 1921’de Hüseyin Avni Ulaş’ın kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi teklifi ise Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından reddedilmiştir. Resmi nikahın İsviçre Medeni Kanunu ile başladığı iddiası hem yalandır hem de büyük bir cehalet örneğidir. Çünkü bütün Osmanlı tarihi boyunca kadılar, nikah kıymakla yetkilidirler. Kıydıkları nikahların ise kadı sicillerinde kayıtları tutulmuştur. Resmi nikahın 1926’dan sonra başladığı iddiası ancak bu baronun kinine ve cehaletine uygun bir kurgudur.


İstanbul 1 Numaralı Baro üstüne vazife olmayan işlere kalkışır, tek parti istibdadının muhafızlığını yapar, bunun için TBMM’yi bile tehdit ederken, İstanbul 2 Numaralı Baro ise sessizliği tercih etmektedir. Bu iki numaralı baronun böylesi konular hakkında neden bir fikri yoktur? İki numaralı baro neden Lütfi Fikri Bey’in haktan ve özgürlüklerden yana olan mirasına sahip çıkmamaktadır? Böylesi temel konularda susmayı tercih eden iki numaralı baro niye kurulmuştur? İki numaralı baro Lütfi Fikri Bey’den çok şey öğrenip uygulayabilir. Böylece varlık nedeni zenginleşir, kendisine duyulan güven artar. Hukuktan yana olmak kötü bir şey olmadığı gibi kin ve yalana dayalı olarak hukuka yapılan saldırılar karşısında susmak da marifet değildir.
 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.