SON DAKİKA
Hava Durumu

İBN-İ BATTUTA SEYAHATNAMESİNDE BURSA (1333)

İbn-i Battuta 1303-1368 yılları arasında yaşamış dünyanın en büyük seyyahlarından biri. Yaklaşık 120 bin km yol katederek yaptı

Haber Giriş Tarihi: 18.08.2014 13:28
Haber Güncellenme Tarihi: 18.08.2014 14:28
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
İBN-İ BATTUTA SEYAHATNAMESİNDE BURSA (1333)
İbn-i Battuta 1303-1368 yılları arasında yaşamış dünyanın en büyük seyyahlarından biri. Yaklaşık 120 bin km yol katederek yaptığı gezilerinde ünlü seyyah Marco Polo’dan dahi çok yer görmüştür.  Bursa’nın fethinden sonra 1333 yılında şehrimize gelen İbn-i Battuta’nın burada gördüğü ve Seyahatnamesine (Er- Rıhle)  aktardığı bilgiler bizim için bir hayli önemli ayrıntılar taşır.

 

 

Balıkesir’den sonra Bursa’ya gelen Battuta öncelikle şehirle ilgili şu izlenimlerini aktararak başlar: “Burası Türklerin çok büyük bir şehri olup son derece geniş ve ferah caddelere, zengin çarşılara sahiptir. Şehrin çevresi bağlar, bahçeler ve akarsularla bezelidir. “

İlk izlenimlerinden sonra ise dikkatini ilk ünlü kaplıcalarımız çekmiş, Bursa dışında dediğine göre Çekirge civarından bahsediyor. O zamanlar şehrin Çekirge bölgesi haricinde Sur dışına yeni yeni çıktığı unutulmamalı:

“Bursa’nın hemen dışında çok ünlü bir sıcak su kaynağı vardır. Bu kaynaktan akan sular büyükçe bir göle dökülür. Kaynağın üzerinde biri erkeklere diğeri de kadınlara ait olmak üzere iki bina yapılmıştır. Hastalar tedavi olmak için bu kaplıcaya gelirler. Hatta bunlar arasında çok uzaklardan gelmiş olanlar da bulunur.”

 

Seyyahın Unutamadığı Gece

Seyyahımızın Türk illerinde yaşadığım en güzel gece dediği gece ise şöyle geçmiş:

“Bursa’da Ahilerin büyüklerinden Ahi Şemseddin’in zaviyesine geldik. Orada misafirken Aşure günü (1333 yılının 21 Eylülü) gelip çattı. Ahi Şemseddin bu özel günün şerefine zaviyesinde çeşitli yemekler hazırlatarak, üst düzey komutanları ve şehir halkını toplu bir ziyafete davet etti. Hep birlikte iftar ettik. Güzel sesli hafızlar Kur’ân-ı Kerim tilavet ettiler. Vaiz Mecdeddin-i Konevî de davet edilenler arasında olup çok güzel ve anlamlı bir vaaz verdi. Sonra öğrenciler sema ve raksa başladılar. O gece benim Türk illerinde yaşadığım en güzel gecelerden biri oldu.

Aşure gecesi Şemseddin'in dergâhında, vaiz Mecdeddin'in gecenin ileri saatlerinde verdiği nasihatleri dinliyorduk ki, bir dervişin feryat ederek kendinden geçtiğini gördük. Etrafındakiler derhal gül sularıyla adamı ayıltmaya çabaladılarsa da fayda etmedi. Tedavi için başka ilaçlar da kullandılar, ama açılması mümkün olmadı. Cemaatin bir kısmı öldüğünü, bir kısmı da kendinden geçmiş olduğunu ileri sürmeye başladılar. Bu arada vaiz de sözlerini bitirdi, hep birlikte okunan Kur'an-ı Kerim'i dinledikten sonra sabah namazını kıldık ki, güneş de doğu ufkundan kendini gösterdi. Ondan sonra anılan kimsenin durumu ile ilgilenildi ve dünyadan geçmiş olduğu kesin olarak anlaşıldı. Tanrı onu yarlıgasın. Cenazenin hemen yıkanıp kefenlenmesi işine kalkışıldı. Cenaze namazında ve defninde bulunan kimseler arasında ben de vardım. Bu dervişin lâkabı Sayyah/Feryadeden idi. Hayatını o yörede bir mağarada, günlerini ibadet etmekle geçirdiği, Vaiz Mecdeddin'in va'z edeceğini öğrendiği zaman şehre inerek onun vâaz ve nasihat meclisine katıldığı, kimseden bir habbe, yiyecek kabul etmediği, Mecdeddin'in sözleri üzerine kendinden geçip feryada başladığı, sonra açılarak abdest alıp iki rekât namaz kıldığı ve şayet Mecdeddin'in sesini tekrar işitirse yine feryat ve figâna giriştiği, geceyi de böylece geçirdiği anlaşılmıştı. Bu yüzden kendisine Sayyah lâkabı verilmişti. El ve ayakları tutmadığı için bir iş göremez, anneciği yün eğirerek bu garibe, oğluna bakar imiş. Anasının ölümünden sonra ise karnını dağda bulduğu yabani meyveleri ve otları yemekle doyurmakta imiş.”

 

Battuta’ya Bir Rakip, Şeyh Abdullah-ı Mısri

“Bursa’da ünlü gezgin Abdullah-i Mısri ile karşılaştım. Bu zat, zamanımızda yeryüzünü aydınlatan salih, dindar ve zahit kişilerin en önde gelenlerinden biridir. Ancak seyahatlerinde Çin'e, Serendip adasına, Mağrib'e, Endülüs ve Sudan ülkelerine henüz uğramadığına göre, bu ülkeleri gezmiş ve görmüş bir kimse olarak, bu bakımdan da ben ondan üstün durumda bulunuyordum."

 

Osmancık”

Seyyahımız Osmangazi’den Osmancık olarak bahsediyor ki bu o dönemde Osmangazi’nin bu şekilde tanındığının önemli bir göstergesi, tıpkı Tarık Buğra’nın romanına verdiği isimdeki gibi, Osmancık: “Bu yöredeki en önemli görüşmelerimden birini de şehrin sultanı Osmancık oğlu ihtiyarüddin Sultan Orhan bey ile yaptım. ‘Cık’, Türkçe dilinde küçük demektir. Bir tür tevazu ifadesidir”

 

Orhan Gazi’nin Karizması

“Bursa’nın sultanı Osmancık oğlu İhtiyaruddin Orhan Bey’dir. Bu hükümdar Türk padişahlarının en ulusu olduğu kadar, toprak, asker ve varlık bakımından da onların en üstünü bulunmaktadır. Yüz kadar kalesi vardır. Çoğu zamanını bunları dolaşmakla geçirir ve her kalede bir müddet kalarak durumlarını anlamak, noksanlarını tamamlamakla meşgul olur. Anlatıldığına göre, hiçbir şehirde bir aydan fazla oturmaz, aralıksız olarak kâfirlerle savaşı sürdürür, onların kalelerini bir bir kuşatarak fethedermiş!”

Babasının mezarından bahsederken de günümüze maalesef ulaşamamış olan ‘Gümüşlü’ mabetten ‘görkemli’ olarak bahsediyor: “Bursa’yı Rumların elinden babası Osman gazi bey almış olup kabri de yine bu şehirde kendi adına yapılan bir mescittedir. Burası önceden Hıristiyanlara ait bir kiliseymiş fetihten sonra ise görkemli bir camiye dönüştürülmüş.”

Bursa ve İznik bölgesi ziyaretlerim sırasında gerçek bir cengaver olan bu büyük sultan ile tanışıp onun bir çok ihsanlarına mazhar oldum.”

 

İznik

Bursa’dan çok da uzun bahis açamayan Seyyahımız, Bursa’dan sonra gittiği İznik şehrine dair de ilginç bilgiler veriyor. Uzun süren muhasaradan dolayı olsa gerek İznik, Battuta’nın geldiği esnada viran bir şehirmiş:

“Şehir merkezi ise harabe haline dönmüş olup içinde sadece sultanın askerlerinden bir kısmı oturmaktadır. Sultanın zevcesi Bilan (nilüfer) hatun da orada oturarak bu askerlere hükmeder. Kendisi dindar ve olgun bir yöneticidir.” Bilan hatun olarak bahsettiği Nilüfer hatunun da en az eşi kadar seyyahımızı etkilediği dikkatlerden kaçmıyor.

Verdiği ilginç bilgilere son olarak da halk arasında kullanılan kelimeleri ekleyelim. Bizim için çok ilginç olmasa da bazı yiyecek isimlerinin kullanımı seyyahımızı bir hayli şaşırtmış:

“Türkler kastalaya ‘N’ ile kestane, cevize ise ‘K’ ile Koz derler . Orada yetişen izari isimli üzüm türünü dünyanın başka hiçbir ülkesinde görmedim. Çok tatlı bir üzümdü”  İzari olarak bahsettiği üzüm hangi çeşit üzüm merak ediyorum. Acaba hala İznik bölgesinde yetiştiriliyor mu?

Atlarından biri hastalandığı için 40 gün İznik’te kalan İbn-i Battuta Orhan gazi ile de Nilüfer hatunla da görüşür. Ve buradan ayrılarak Sakarya bölgesine doğru yola çıkar.

“Bir süre sonra Sakarya denilen büyük bir nehrin kenarına geldik ki Allah korusun azgınlığı gerçekten Sakar (cehennem)’ı hatırlatmaktadır… “ İlgisi olanlara iyi okumalar…

 

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.