SON DAKİKA
Hava Durumu

Mehmet Akif

Yazının Giriş Tarihi: 12.03.2022 18:50
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.03.2022 18:50

Mehmet Akif’in ölüm yıl dönümü olan 27 Aralık ve İstiklal Marşı’nın TBMM tarafından kabul ve ilan edildiği 12 Mart’ta, büyük bir Mehmet Akif sevgisi hemen her tarafta ve her kesimde ortaya çıkmaktadır. Ancak Mehmet Akif’in 1925-1936 arasında neden Mısır’da sefalet içinde sürgün yaşadığı sorusu ile ilgilenen çok azdır. Adeta görünmez bir el tarafından bu sorunun üzeri her nasılsa 86 yıldır kapatılmaktadır.


Akif’in görüşleri genellikle “vatan, millet, bağımsızlık” kavramları ile özetlenmektedir. Vatan sevgisi ve millete bağlılık konusunda kolay kolay kimse onunla yarışamaz. İşin bu kısmı doğrudur. Ölümüne ve bir adanmışlık halinde vatan sevgisi olan Akif, nasıl olup da vatanı terk etmek zorunda kalmıştır? Bu soru önemli değil midir?


Akif’in görüşleri arasında özgürlüğün çok özel bir yeri vardır. Abdülhamit’e muhalefet etmesinin temelinde de Abdülhamit’in özgürlükleri yok ettiği görüşü vardır. Akif ölünceye kadar, Abdülhamit’e muhalif kalmış ve onu çok ağır şekilde eleştirmiştir. Tek adam yönetiminin İslam’ın temel ilkelerine, insan tabiatına aykırı olduğunu savunmuştur.


Akif şiddetli bir İngiliz ve emperyalizm muhalifidir. Mondros Mütarekesi’nden birkaç ay önce İngilizlerle dostluğa dayalı, barış anlaşmasını savunan Ahmet Emin Yalman’ı eleştirmiştir. Mütarekeden sonra İslamcılık akımı, Ankara ve İstanbul kanatları diye ikiye ayrılmıştır. Ankara kanadı Akif ve Sebilürreşat dergisi, İstanbul kanadı ise Mustafa Sabri ve Beyanülhak dergisi tarafından temsil edilmiştir.


Akif Ankara’da bağımsızlık isteğinin, mücadelesinin haykıran sesi olmuştur. İngilizlerle işbirliği veya İngiliz Mandası ihtimalini bile ülkeye düşmanlık saymıştır. Bütün iç isyan bölgelerine gönderilen heyetlerin içinde Akif mutlaka yer almıştır. Kastamonu’da Nasrullah Paşa Camisi’nde yaptığı konuşma, İkinci Ordu Komutanı Nihat Paşa tarafından bastırılarak görev bölgesindeki il ve ilçelerde dağıtılmıştır. Neden Kemal Paşa’nın konuşması değil de Akif’in konuşması dağıtılmıştır?
Tek adam yönetimine karşı şiddetli muhalif olan Akif, milletvekili olduğu TBMM’de başkomutanlık yasasına ve her üç ayda bir uzatılmasına itiraz etmediği gibi desteklemiştir. Oysa bu yasa ile nurtopu gibi bir istibdat idaresinin temeli atılmıştır. Akif, İslamcı görüşlerin baskın olduğu, İkinci grubun bir mensubu olmasına karşılık Kemal Paşa ve iktidarına karşı yöneltilen eleştirilerin içinde olmamış, sessizliği tercih etmiştir. İtilaf Devletlerinin isteğine bağlı olarak ve yeni bir padişahlık için, eski padişahlığın kaldırılması görüşmelerine katılmamış, bu konuda tek cümlelik yazı yazmamıştır.


Akif, çok yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in katledilmesinden sonra Ankara’dan umudunu kesmiştir. Yeni padişahlığın nasıl bir idare olduğunu muhtemelen Ali Şükrü katliamı ile ayan beyan görmüştür. Sebilürreşat dergisi ile birlikte İstanbul’a dönmüştür. Sebilürreşat dergisi ve Akif, Cumhuriyetin ilan edilmesini de adeta geçiştirmiştir. Lehinde aleyhinde görüş belirtmemiştir.


İslami kesim için sembolik bir değeri olan Halifeliğin kaldırılması öncesinde 1923 son baharında şiddetli bir tartışma konusu olmuştur. İstanbul Barosu başkanı Lütfi Fikri Bey ve Hüseyin Cahit Yalçın, Kemalist kesime karşı açıkça halifeliği savunmuştur. Akif bu konuyu da sessizlikle geçiştirmiştir. Ancak Batıcılık akımını kıya sıya eleştirmiş, Anayasa’nın “TBMM şeriat kurallarını uygulamakla yükümlüdür”(Mad.26), “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” (Mad.2) hükümleri ile tercihini ortaya koymuştur.


Mehmet Akif’in İslam anlayışı, Necip fazıl tarafından ağır şekilde eleştirmiştir. Bu eleştirinin temelinde ise Akif’in tasavvufun dışında olması hatta tasavvufa karşı çıkmasıdır:
Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı
Muttasıl hakikat kusuyor Sıtkı dayı
Bu cihan boş, yalnız bir rakı hak, bir de şarap;
Kıble: tezgah başı, meyhaneci oğlan: Mihrap. (Safahat, MEB, İstanbul 2001, s.71)
Mehmet Akif, dönemin şartlarına göre çok iyi yetişmiş birisidir. Çalışkan, fedakar, sorumluluk sahibi, cömert hakikate düşkün bir ahlakın sahibidir. Her fani insan gibi eleştirilecek tarafları bulunabilir. Şu iki olay onun hataları arasında sayılabilir.


Ankara’daki yeni padişahlık idaresini çok iyi tanımış olmasına rağmen, DİB eliyle o idarenin “Kur’an’ın Türkçe mealini yazma teklifini” kabul edip yazmıştır. Ancak yazdığı mealin, Türkçe ibadet gibi İslam ilkelerini çiğneyen bir iş için istismar edileceğini anlayınca, DİB ile yaptığı sözleşmeyi feshetmiş, yazdığı meali imha ettirmiş ya da ettirmiştir. Oysa Akif gibi alim, fazıl bir şahsın ömrünün son 12 yılını Mısır’da sürgün geçirmesine neden olan, o mutlakıyet idaresini yakinen tanıdığından dolayı, o idare ile meal yazmak için sözleşme yapması önemli bir hatadır. Yazdığı meali DİB’e teslim etmeyerek, imha ettirmemiş olsaydı Türkçe konuşan Müslümanlara büyük bir hizmet etmiş olurdu.


Mehmet Akif’in hatırlanabilecek ikinci hatası, hatıralarını yazmamış olmasıdır. Meali ile birlikte hatıraları da sonraki kuşaklar için gece karanlığındaki deniz feneri gibi yol gösterici olurdu. Ne yazık ki Akif, suskun kalmayı tercih etmiştir.


İstanbul’da İngiliz Mandasını savunan İslamcılığın İstanbul kanadı reisi Mustafa Sabri ile İngilizciliğe ve mandacılığa karşı mücadele eden İslamcılık akımının Ankara temsilcisi Mehmet Akif ömürlerinin son dönemini Mısır’da geçirmek zorunda kalmıştır. Ankara’nın sahipleri için Mehmet Akif ile Mustafa Sabri arasında fark kalmamıştır.
 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.