SON DAKİKA
Hava Durumu

28 Şubat zulmünün panaroması

2. Bölüm   Hatice ŞAHİN  &    Gülay YILDIZ   28 Şubat MGK Kararları Bütün hazırlıklardan sonra 28

Haber Giriş Tarihi: 10.03.2013 22:29
Haber Güncellenme Tarihi: 10.03.2013 23:29
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
2. Bölüm

 

Hatice ŞAHİN  &    Gülay YILDIZ

 

28 Şubat MGK Kararları

Bütün hazırlıklardan sonra 28 Şubat günü yapılan MGK Toplantısı tarihinde hiç olmadığı kadar uzun sürmüştür. Bu toplantıda Hükümete uyarı verileceği üzerine günler öncesinden yapılan gazete ve televizyon haberleri toplumda merak ve tedirginlik uyandırmıştır. Toplantı devam ederken dahi bu psikolojik baskılar devam etmiştir. Yedi saat süren toplantı üzerine birçok spekülasyonlar yapılmış ve senaryolar üretilmiştir.

Başbakan Erbakan, MGK toplantısında 406 sayılı kararı imzalamamış, “üstünde biraz daha çalışalım” diyerek toplantı salonundan çıkmıştır. 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’na göre, MGK kararları ve tutanakları gizlidir; “Kararlar Milli Güvenlik Kurulunun vereceği karara göre açıklanabilir veya yayınlanabilir”. Bu hükme rağmen, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından bir gün sonra, “MGK Basın Bildirisi” ile beraber, 406 sayılı Kararın 18 maddeden oluşan “gizli” ekinin tamamı, basın-yayın organlarında yayımlanmıştır.


406 sayılı MGK Kararı, Başbakan ERBAKAN tarafından toplantının bitiminden beş gün sonra, 5 Mart 1996 tarihinde imzalanmıştır.1741 Bu Karar daha sonra, Basın Bildirisi ve Bildirinin EK-A’sı ile birlikte, MGK Genel Sekreteri Hv. Orgeneral İlhan KILIÇ imzasıyla, gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine gönderilmiştir.

Erbakan’ın bu kararlara bütün partilerin ortak deklarasyonuyla karşı durmak için yapmış olduğu görüşmelerde ANAP Lideri Mesut Yılmaz; “ arabayı devirdikten sonra mı geldiniz” diyerek tepki gösteriyor, muhalefet partilerinden CHP ve DSP ise hükümeti istifaya davet etmiş; BAYKAL, “Hükümetin istifa etmemesi halinde ülkede çatışma çıkacağını“ öne sürmüş, ECEVİT ise “Hiçbir devletin ordusu, kendine ve devlete karşı silahlı ayaklanma kışkırtıcılığı karşısında sessiz, tepkisiz kalamaz.” demiştir. MGK kararları toplumun bir kesimi tarafından memnuniyetle karşılanırken, diğer bir kesimi

ise kararlara karşı büyük tepki göstermiştir. İş dünyasında, DİSK Genel Başkanı Rıdvan BUDAK, “Ya asker gelecek, ya irtica. Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de bu kadar açık görünmüyordu. Daha ne duruyorlar…bakın haftalardır hemen her gün asker medyada yer alıyor. 12 Eylül öncesinde bu kadar ses vermiyorlardı” diyordu. Anadolu’nun çeşitli illerinde, özellikle Pazar günleri, İmam Hatipliler ve başörtülü kızlar

tarafından MGK kararları aleyhinde gösteriler düzenlenmeye başlamış toplum siyasetin üzerine çöken bu kabusu en az zararla bertaraf etmeyi istiyordu. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından iki ay sonra, Genelkurmay Başkanlığı tarafından İkinci Başkan Org.Çevik Bir imzasıyla 29 Nisan 1997 tarihinde yayımlanan “Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi” konulu yazıda, 15 Mayıs 1997 tarihinden itibaren uygulamaya konulacak sistemle Türkiye çapında irticayla mücadele amacıyla istihbarat toplanmaya başlanmıştır.

BÇG bilgi ihtiyaçları konulu 5 Mayıs 1997 tarihli bir başka yazıyla ise “dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları, yüksek öğrenim kurumları, yurtlar, vali, kaymakam, büyükşehir belediye başkanları gibi üst düzey yöneticilerle müdür, daire başkanları, siyasi partilerin yönetici kadroları vd.” kişilerin takip edilerek fişlenmesi istenmiştir.

Öte yandan, Nisan 1997 ayından itibaren, Genelkurmay Başkanlığı tarafından “kamuoyunu bilgilendirmek” amacıyla “terör, irticai faaliyetler” konusunda basın mensuplarına, üst düzey bürokratlara, üniversite rektörlerine, üst düzey yargı mensuplarına brifingler verilmeye başlanmıştır.Bu brifinglerde, Genelkurmay tarafından 17 Ocak 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel’e verilen brifingte yer alan iddialara benzer hususların yer aldığı görülmektedir. Basın mensuplarına verilen brifinglerde, irticayla mücadele alanında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yürütülen mücadeleye toplumun katkı vermesi istenmiştir.

Haziran 1997 ayında yüksek yargı mensuplarına, Genelkurmay Karargahında “İrticai Faaliyetler” konusunda çeşitli brifingler verilmiştir. RP tarafından düzenlenen Sultanahmet mitingi, Hasan Hüseyin CEYLAN, Şevki YILMAZ, Fethullah ERBAŞ’a ait video görüntüleri ile desteklenen bu brifinglerin ilki 10 Haziran 1997 tarihinde verilmiştir.

Bu Brifinge; Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Yargıtay Başkanı Müfit Utku, Danıştay Başkanı Firuzan İkincioğulları, Sayıştay Başkanı Vecdi Gönül, Askeri Yargıtay Başkan ve üyeleri, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Ankara DGM savcılarından Nuh Mete Yüksel, 2 No.lu DGM’nin Başkanı M. Turgut Okyay, Anayasa Mahkemesi’nin üye ve raportörleri, Yargıtay’ın ceza dairesi başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımda görevli savcılar, Danıştay’ın daire başkanları, üyeleri, tetkik hakimleri ve savcılarla birlikte 400’e yakın yargı mensubunun katıldığı gazete ve televizyon haberlerinde “flaş” olarak bildiriliyordu. Askeri karargahın öncülüğünde başlatılan brifinglerle ülkede tam bir askeri vesayet hakim olmuştu. Hükümet yok, askeri karargahın ilgili kurumları ve komisyonları ülkeyi fiili olarak yönetmeye başlamışlardı. İşin en ilginç tarafı ise, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e defalarca irtica, İmam Hatipler, Başörtüsü, Yeşil sermaye, Tarikatlar ve Fethullah Gülen hareketi hakkında özel brifingler verilmiş ve devlet başkanı sıfatıyla Süleyman Demirel bunlara zemin hazırlamış ve askeri vesayeti adeta daha da ikame etmiştir.

28 Şubat 1997’de kamuoyunda ‘postmodern darbe’ olarak nitelendirilen 18 maddelik Millî Güvenlik Kurulu kararlarından 3’ü doğrudan Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiriyordu. Bunlar:

-Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanunun ruhuna uygun bir çizgiye gelinmelidir,

-Temel Eğitim 8 yıla çıkarılmalıdır,

-İmam-Hatip okulları toplumdaki bir ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuşlardır. Bu ihtiyacın fazlası olan İmam hatip Okulları, meslek okullarına dönüştürülmelidir. Ayrıca kökten dinci grupların kontrolünde olan Kuran Kursları kapatılarak, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda düzenlenmelidir. MGK Kararlarından sonra irtica sürek avına çıkılmış, irticayla mücadele gönüllüleri türemiş ve hiç alakasız dernek, vakıf ve STK’lar bu alanda bildiri ve basın açıklamalarına başlamıştır.  Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden, Türk Kadınlar Birliğine, TOBB’dan Ziraat Odaları Birliğine kadar birçok çevre, 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması ve Kur’an kurslarının kapatılmasını istiyordu. 28 Şubat’ın irtica sürek avının ne hale döndüğünü gösteren çok ibretlik bir tablo da şudur.  Turist Rehberleri Vakfı ve İstanbul Turist Rehberi Esnaf Odası şu şekilde yazılı açıklama yapıyordu:

“Dünyaya, Müslümanların çoğunlukta bulunduğu tek laik ülke olma özelliği bulunan ülkemizde devlet eliyle demokrasi ve laiklik düşmanı milyonlarca insan yetiştirildiğini açıklayamıyoruz. Yarım milyon gencimizi, nasıl oluyor da sadece din adamı yetiştirmekle sınırlandırılması gereken din okullarından, üst düzey kamu yöneticisi olarak çıkardığımızı anlatamıyoruz. Cami sayısının okul sayısının önüne geçmesine izin veren bir devlet anlayışını izah edemiyoruz.” ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük üniversitesinin açılış töreninde yaptığı konuşmada durumu şöyle özetliyordu: “…Hepimiz kabul etmeliyiz ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin baskısı olmasaydı, parlamentomuz bu kanunu çıkaramazdı.” 28 Şubat döneminde, özellikle, İstanbul Valisi Erol Çakır imzalı, İlçe Kaymakamlıklarına gönderilen yazıda, Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uygun davranmayan öğrencilerin okula alınmayarak çıkarılması; bu öğrencilere müsamaha eden, göz yuman okul müdürleri ve sorumlu öğretmenleri için görevden uzaklaştırma dahil her türlü cezai, idari ve inzibati işlem yapılması istenmiştir.Üniversitelerde de adeta bir korku rüzgarı estirilmiştir. Çok sayıda rektör ve dekan “irticacı” olmak veya “irticacı kadrolaşmaya göz yummakla” itham edilmiş; bu konuda kimi zaman isimsiz ve imzasız, kimi zaman da bizzat öğretim üyelerince Cumhurbaşkanlığı ve YÖK Başkanlığı’na muhtelif ihbar mektupları gönderilmiş, bu iddialar incelenerek ilgililer hakkında soruşturmalar açılmış ve bazıları da görevlerinden alınmışlardır. Türk siyasetinin önemli isimlerinden AK parti genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un eşi de 28 Şubat zulmünden etkilenen isimlerden biridir. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’a “Kılık-Kıyafet Yönetmeliğine uymaması” nedeniyle hakkında “uyarma” ve “iki yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması” cezası verilmiş; Cezaya konu hususlarda ısrarcı davrandığı gerekçesiyle Yükseköğretim Kurumları Yönetici Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 15. maddesi dikkate alınmak suretiyle 10. madde gereği “Görevden Çekilmiş Sayma” disiplin cezası uygulanmıştır. Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un kıyafetinin yönetmeliğe uygunluğunun tespit edilmesi için öğretim üyesi çalışma arkadaşlarından oluşan bir komisyon teşkil edilmiştir. Burada dikkat çeken husus ise, komisyon üyelerinin çoğunluğunun kıyafetin yönetmeliğe aykırı bir özellik taşımadığı yönünde görüş bildirmesine karşın Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un üniversite ile ilişiği kesilmiştir.YÖK Başkanı Kemal Gürüz görev süresi boyunca değişik vesilelerle üniversitelere yazdığı yazılarda laiklik, irtica ile mücadele ve türban konularına özel hassasiyet gösterilmesi konusunda uyarılar yaparak 28 Şubat’ın kararlarının harfiyen uygulanmasını sağlamıştır. 28 Şubat darbe sürecinde darbe zemininin oluşturulmasında yargıya yüklenen görevin yerine getirilmesi için yapılan brifingli yönlendirmelerin yanı sıra, darbecilere yönelik her türlü karşı çıkma, eleştiri, suçlama ve benzeri girişimleri önlemek için talimatlar gönderilmiş, savcılara gönderilen talimatlar âdeta otomatiğe bağlanmıştır. Orgeneral Çevik Bir imzalı yazılarla Cumhuriyet Savcılarına talimat verilmiş; daha sonra talimatın gereğinin yapılıp yapılmadığı hususunda bilgi verilmesi istenmiştir. 28 Şubat darbesinin simge yapılanması, Batı Çalışma Grubu’nu deşifre eden ve Sarmusak davası adıyla bilinen olayın Askeri Mahkemede yapılan yargılamasında, yargılamayı yapan mahkemenin başkanı Tuğamiral Mehmet Celayir’in haberde belirtilen gerekçelerle davadan çekilmesi gerektiğine ilişkin basında çıkan haber ve yorumlar, darbecileri kızdırmış olmalı ki Orgeneral Çevik Bir imzalı Bağcılar Savcısına talimat veren yazı savcılığa ulaştırılmıştır. 27 Ekim 1997 tarih ve adli müşavirlik 7501-1106-97 sayılı, Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılan Akit Gazetesi’nin 2 Ekim 1997 tarihli nüshası hakkında “suç duyurusu” konulu Orgeneral Çevik Bir imzalı yazıda “…başta Av. Necati Ceylan (haberde ismi geçen hukukçu) olmak üzere haber ve yazı sorumluları hakkında yasal işlem yapılmasını ve sonucundan Genelkurmay Başkanlığına bilgi verilmesini rica ederim.”Askeri vesayet o kadar kabus gibi çökmüş ki, yargı adeta askeri vesayetin emir eri olarak kabul edilmiştir. Ne Adalet Bakanlığı ne de Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu hiçe sayılmış karargahtan hakim ve savcılara emirler yağdırılmıştır. Yargıya müdahale, açılan davaların takibi ve hâkimlerin yönlendirilmesiyle sınırlı kalmamış, bütün yargı kurumuna ve her alanda yargıç ve savcılara yönelik soruşturmalara yönelmiştir. 1997 sürecinde Başbakanlık bünyesinde oluşturulan “Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu” tarafından toplanan bilgiler sonucu “tarikatlarla bağlantılarının olduğu, tarikat örgütlenmesinde rol aldıkları, kadın eli sıkmadıkları, harem-selamlık uyguladıkları” tespit edilen 40 adli ve idari yargı hâkimi hakkında soruşturma açılmıştır.

Sayın M. A.

İstanbul 2. İdare Mahkemesi Üyesi

Sosyal ve ailevi yaşantınız ile eşinizin benimsediği çağdaş olmayan giyim tarzı itibariyle, laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz hususunda kanaat uyandırdığınız ileri sürülmektedir.

...savunmanızı iki nüsha olarak 3 gün içinde ... göndermenizi. .. rica ederiz”

Diğer bir soruşturma yazısı şöyledir:

Sayın A. G.

İstanbul Vergi Mahkemesi Üyesi

Sosyal ve ailevi yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan giyim tarzı itibariyle, laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz hususunda kanaat uyandırdığınız, bu arada evinize gelen misafirleri haremlik selamlık tabir edilen şekilde ağırladığınız ve keza dairedeki odanızda radyo ve teypten dini yayınlar ve ilahiler dinlediğiniz ileri sürüldüğünden,

..savunmanızı iki nüsha olarak 3 gün içinde ... göndermenizi.. . rica ederiz.

Ancak bütün bu ideolojik yargı kuşatmasına rağmen bazı hakim ve savcılar bu zulme karşı dik durmuşlardır. Görevden uzaklaştırma veya başörtüsüyle öğrenimi engelleme konularında mağdur kişilerin suç duyurularını dikkate alarak bu konuda görevliler hakkında soruşturma açan savcı ve hakimler anında görev değişikliği veya cezalarla sindirilmeye çalışılmıştır.  “Adalette Türban Sürprizi” başlığı ile verilen bir haberde, Adalet Bakanlığınca yapılan teklif üzerine Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunca “... türbanı engelleyenlere soruşturma açması nedeniyle kendisi hakkında soruşturma açılan Yozgat Cumhuriyet Başsavcısı başta olmak üzere, Bursa Başsavcısı Hakkı Köylü ile Diyarbakır Başsavcısı Hasan Turan Yılmaz’ın bu görevlerinden alınarak İstanbul’a düz savcı olarak gönderildikleri” basına yansımıştır. Başörtüsü yasağı İstanbul Üniversitesi’nde, en acımasız şekilde tıp fakültelerinde uygulanmıştır.

İ.Ü Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi H. Arslan, Edebiyat Fakültesi öğrencilerinden S. Caferoğlu ve S. Coşkun, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün “Başörtülü” öğrencilerin derslere alınmamasına dair işleminin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle İstanbul İdare Mahkemelerinde dava açmışlardır. İstanbul 6. İdare Mahkemesi; S. Coşkun, S. Caferoğlu ve H. Arslan isimli kız öğrencilerin

açtıkları davanın ilk incelemesinde 26.06.1998 tarih ve 1998/367 Esas sayılı, yine aynı tarih ve 1998/368 Esas sayılı ve yine aynı tarih ve 1998/369 Esas sayılı kararlar ile, -Başkan Belir Can’ın muhalefetine karşın, üyeler Seher Bayrak ve Selami Demirkol’un oylarıyla- başörtülü öğrencilerin İstanbul Üniversitesine alınmamasına ilişkin işlemin yürütmesini durdurmuştur. Trakya Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi öğrencisi M. Parlak, üniversiteye “başörtülü olarak girdiği gerekçesiyle” Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi dekanlığının 18/06/1998 tarihli kararı ile verilen bir hafta süre ile yükseköğretim kuramlarından uzaklaştırılmasına dair disiplin cezasının iptali ve yürütmesinin durdurulması talebiyle Edirne İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır. Söz konusu davada, hâkim Ali Kaban başkanlığında Abdurrahman Beşer ve Gülten Kaya Hatipoğlu’ndan oluşan Mahkeme heyeti, 08.07.1998 tarih ve 1998/410 Esas sayılı kararlarıyla oybirliği ile “yürütmenin durdurulmasına” karar vermişlerdir. Mahkemelerin bu kararlarına gösterilen tepki sert olmuştur. İrtica ile mücadele hakkında askeri karargahta alınan kararlar ve bilgi notları özellikle yargı mensuplarına titizlikle uygulanması talimatıyla gönderildiği unutulmamalıdır. Yargının ve hukukun nasıl ideolojik askeri vesayetin talimatıyla çalıştığını gösteren ibretlik olay şudur: Başörtü yasağını hukuk ihlali olarak değerlendiren, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 26/06/ 1998 tarihli kararı, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne tebliğ edilmesinden sonra, üniversite yetkilileri hemen harekete geçerek, adli tatil içerisinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz dilekçesi vermiştir. Bu arada Trakya Üniversitesi de (İstanbul Üniversitesi ile birlikte) adli tatilde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz dilekçesi vermiştir. Adli tatil olması nedeniyle, nöbetçi hâkimlerden A. Hayat Aysal başkanlığında Necati Alkan ve Yunus Kutlu tarafından oluşturulan heyet, İstanbul 6. İdare Mahkemesi ve Edirne İdare Mahkemesi tarafından verilen “Yürütmenin durdurulması” kararlarının kaldırılmasına karar vermiştir. (İstanbul Bölge İdare Mahkemesi E:1998/910, 945, 946, 947 Y.D itiraz ). İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin kararlarının, içerik ve gerekçelerinin, neredeyse üniversitelere ve mahkemelere dağıtılan bilgi notundaki cümle ve kelimelerle birebir örtüşmesi, tehdidin hedefine ulaştığını göstermektedir.Başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması, Uludağ Üniversitesi’nde de acımasız bir şekilde uygulamaya konulmuştur. Bu öğrenciler fakültelerine alınmadığı gibi, bir şekilde üniversiteye girenlerin, yıldırım hızıyla işlem yapılarak okulla ilişiği kesilmiştir. Bu çerçevede, başörtüsüyle fakülteye girdiği için “bir yarıyıl yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma” cezası verilen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi H. Atasoy, bu cezanın iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle dava açmıştır. Davayı inceleyen Bursa 2. İdare Mahkemesi, disiplin cezasının uygulanmaması için “Yürütmenin durdurulmasına” karar vermiştir. Daha sonra açıklanacağı gibi, bu dava da diğer örnekleri gibi, başlangıçta hukuka aykırılık gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı veren heyetin üyeleri -tabii hâkim ilkesi ihlal edilerek dağıtıldıktan sonra, yerine atanan hâkimler kanalıyla, dava öğrenci aleyhine sonuçlandırılmıştır. Öte yandan, birçok idare mahkemesinde, başörtüsü nedeniyle açılan davalarda “ dikte edilen gerekçelere itibar etmeyerek” davacılar lehine karar veren hâkimler, tek tek sürgün edilmişlerdir. Edirne İdare Mahkemesi’nde “başörtülü bir öğrencinin” davasında “yürütmenin durdurulması karan veren hâkimlerden Başkan Ali Kazan, Trabzon İdare Mahkemesine üye olarak, yine Edirne İdare Mahkemesi üyesi Abdurrahman Beşer ise Trabzon Vergi Mahkemesine üye olarak sürülmüşlerdir. Bursa İdare Mahkemesi’nde, İmam Hatip Lisesi öğrencileri tarafından açılan ve dönemin Bursa Valisi Orhan Taşanlar’ın “başörtü yasağı genelgesi”nin iptali ve yürütmenin durdurulması davası ile Bursa Uludağ Üniversitesi’nden uzaklaştırılan öğrencilerin açtığı davada “yürütmeyi durdurma kararı” veren hâkimlerden Bursa 2. İdare Mahkemesi Başkanı Sabri Ünal, Aydın Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine, aynı mahkemenin üyesi Mehmet Ali Ceran ise Gaziantep Vergi Mahkemesi üyeliğine gönderilmişlerdir. Samsun İdare Mahkemesi’nde, başörtülü öğrencinin açtığı davada, “davanın kabulü” yönünde oy kullanan hâkim Cafer Ergen, Kayseri İdare Mahkemesi’ne sürgün edilmiştir.

Ş.B          Eğitmen

28 Şubat’ı öğretmen kimliğiyle yaşayan ve hem sosyal hayatında hem de mesleki hayatında baskı gören isimlerden biri de Ş.B… Dönemin mağdur öğrencilerine öğretmenden öte baba olan Ş.B’ye 28 Şubat’ı sorduğumuzda  bize şunları aktardı…

‘’ÖNDERLİK EDECEK İNSANLAR OLMAYINCA…

‘’28 Şubat dendiğinde aklıma bir grup şartlanmış elit geliyor. Baskı olunca din merdiven altına girip saklanmak zorunda kalmış. 28 Şubat buradan temelleniyor. Bizim eksiğimiz, yanlışımız da aydın, münevver din adamının yetişmemiş olması. Önderlik edecek insanlar olmayınca, tamamen geleneksel efsanevi inançlarla kurgulanmış bir din anlayışı oluşuyor. O elit olanlar da bu alandaki açıklardan yola çıkarak dediler ki; din budur… Tamamen hayali bir varsayıma dayalı olarak irtica adı altında, baskı yapıp mevcut olan anlayışı ortadan kaldırmak. Bunun kaynağını İmam- Hatip olarak gördüler.

İki grubu da kışkırtarak saldırgan hale getirdiler. Başörtüsü Kur’an-ı Kerim’in koyduğu bir şiardır. İnanan insanlar da bunu gerekli görüyor. İnancın temel gereği olarak görüyorlar. Başka bir maksatları yoktu…

Bursa’da başörtüsünün gerekliliğinin tartışılıyor olması bile hazımsızlığı ortaya çıkardı. Öğrencilere başörtüsü konusunda baskı yapılınca, devreye veliler girdi. Olay tamamen siyasi nitelikli bir havaya büründürülerek gerçeğinden  uzaklaştırıldı. İlk Milli Eğitim kanalı ile çözmeye çalıştılar. Çocukların başlarını açmak maksatlı  okullara müfettişler gönderdiler,öğretmenler fişlendi.

‘’SINIFLARA GİRİP NEDEN BAŞLARINI ÖRTTÜKLERİNİ SORUYORLARDI’’

O dönem Yıldırım Kaymakamı Hikmet Tan sınıflara girip ‘’kızım niye başını örtüyorsun?’’ diye soruyordu. Öğrenci de inancım gereği dediğinde de dönüp bize ‘’ bunlara bu akılları veren sizsiniz’’  öğretmenleri fişliyorlardı. Öğretmenlere cezalar verildi. Mesela beni o dönem İrfaniye köyü ve Göçmen Konutları gibi uzak yerlere gönderdiler. Üç araç değiştirerek görevime gidiyordum. Orda da rahat bırakmadılar gerçi…  Okul müdürleri Cuma namazına gitmemize izin vermiyorlardı.Düşünün ki, Din Kültürü öğretmeniyim tam Cuma namazı saatine ders koyuyorlardı. Teröröle Mücadele Şube Müdürü okula gelip bana ‘’bütün bu fesat sizden çıkıyor, bu çocukların başını açtırın’’ dedi. Hatta tabancasının kabzasını başıma vuracakken elini tuttum. Öğrencileri ve velileri çocukların başlarını açmaları konusunda ikna etmemizi istiyorlardı. Bir önceki hafta derste farzdır dediğim konuyu, şimdi kendi söylediğim sözü inkar etmemi isteyerek tam tersini söylememi istiyorlardı.

‘’İLKOKULDAN YENİ ÇIKMIŞ ÇOCUKLARIN ÜZERİNE PANZERLER SÜRÜLDÜ’’

5. sınıftan yeni çıkmış çocukların üzerine panzerlerle gidildi. O dönemde bir çoğumuz sakinleştirici ilaç kullanıyorduk. Takip ediliyorduk. Telefonlarımız dinleniyordu. Çocukları başlarını açmaları konusunda ikna etmek için yaklaşık 10 tane rehber öğretmen getirildi. Nilüfer’de bir çocuğumuz polisten kaçmak için koşarken kamyonun altında kaldı ve bacağı kesildi. Bunları unutmak, yok saymak mümkün değil elbette. Tepkilerini sürdüren öğrenci ve veliler de oldu tabi ki. Kış soğuklarında 40 günden fazla sabahtan akşama kadar bahçede yada okul duvarının dibinde beklediler, direndiler…

’DEVLET DÜZENİNİ YIKMAKLA SUÇLANDIK’’

Biz kışkırtmacılık yapmadık. Kendimizin maruz kaldığı muameleleri çocuklardan gizledik ki çocuklar isyan etmesin. Çünkü zaman zaman erkek öğrencilerin şiddetten yana söylemleri oluyordu ama biz her zaman makul olmaktan yana olduk. İleri boyutta iftiralara uğradık. Devlet düzenini yıkmakla suçlandık. Oysa çok masumane olarak inancımızı yaşıyorduk. Çok abartıldı, habbeyi kubbe yaptılar. İmam- Hatipler’i terör yuvası gibi lanse ettiler. Ellerinde hiçbir güç olmayan çocuklar devleti nasıl yıkabilirlerdi ki? Herkes onlar gibi düşünsün istediler….

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.