SON DAKİKA
Hava Durumu

Şırıngalı Komplo 

Yazının Giriş Tarihi: 12.03.2022 18:49
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.03.2022 18:49

28 Şubat darbesine giden yol 1994 yerel seçimleriyle başlamıştı.  
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, ülkenin siyasetinden, yönetiminden, kültür sanatından, eğitim sisteminden, kamusal haklarından hatta ekonomisinden bile dışlanan, öteki haline getirilen, yok sayılan kesimleri Refah Partisi siyasetiyle yerel seçimlerde çok önemli kazanımlar ve umut elde etmişti. 
 
Ortaya çıkan bu sonuçlar, devlete hakim olan elit azınlığı fazlasıyla tedirgin ediyordu. 
 
Her türlü baskı, oyun, hile ve tehditlere rağmen 28 Haziran 1996 tarihinde kurulan Refah-Yol koalisyonu devlete hakim olan elit azınlığın tedirginliğine zirve yaptırmıştı. 
 
Hani şimdi en iyi yıkayan deterjanın formülünü bulmuş gibi “güçlendirilmiş parlamenter sistem” narası atan yedili çetenin savunduğu sistemde hükümetler koalisyonla oluşuyordu kurulması çok zor ve yıkılması çok kolaydı.  
Refah-Yol Koalisyonunu yıkmak için her türlü oyunu kuran uluslararası güçler ve yerli işbirlikçileri koalisyon liderlerinin ailelerini bile karalamaktan geri durmamıştı. 
 
Amaç belliydi; Çevre siyasete hakim olmamalı, seçilenler iktidar değil sadece hükümet olmalıydı. 
 
Refah-Yol iktidarını yıkmak için türlü kumpaslar, tehditler, vekil satın almalar gibi birçok yol denendi ama biri var ki bunu yazmak lazım. 
 
Frankfurt Davası 
 
Unuttuğumuzu düşündüğüm ama uzun dönemdir bir benzerini izlediğimiz bir dava Frankfurt davası. 
 
Frankfurt eyalet mahkemesi 17. Ceza dairesinde 1995 yılında görülmeye başlayan Türk uyruklu sanıklarında yer aldığı uyuşturucu kaçakçılığı davasında 21 Ocak 1997 tarihinde yargıç Rolf Scwalbe kararını açıklıyor. 
“Almanya ve diğer batı ülkelerinde Türkiye kaynaklı eroin kaçakçılığının Şenoğlu ve Baybaşin aileleri tarafından organize edildiğini bu ailelerin uyuşturucu ticaretinin Türk hükümeti tarafından korunduğunu ve bu nedenle soruşturmayı derinleştiremediklerini ifade diyor, açıklanın devamında Şenoğlu ve Baybaşin ailelerinin “hükümetin bir kadın bakanıyla kişisel ilişki içinde bulunduğunu” açıklıyor, gazetecilerin sorusu üzerine kadın bakanın Tansu Çiller olduğunu ifade ediyordu. 
 
Yargıç bu kararını sanık ifadelerine dayandırarak açıklıyordu. 
 
Şaka sanmayın, mahkeme metninde aynen böyle yazıyor, üç eroin kaçakçısının ifadesiyle Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve onun bakanı suçlanıyordu başka bir delil yoktu. 
 
Bu ifadeyi vererek, ceza indirimi almak için uluslararası güçlerin kucağına oturan eroin kaçakçıları kimlerdi? 
 
Hüseyin BAYBAŞİN: İlk suç kaydı 11 kilo esrarla yakalandığı 1976 yılında alınıyor elbette devamı geliyor, çek senet tahsilatı, silahla tehdit v.s. İngiltere’ye kaçış orada 6 kilo esrarla yakalanıp cezaevine giriyor, Türkiye’ye iade edilişi 1988 sonu, Sağmalcılar Cezaevinde yatarken bile uyuşturucu ticareti satışını organize ederek 1992 de tahliye ediliyor. 
 
 Akdeniz’in uluslararası sularında 3 ton baz morfinle batırılan Kısmetim-1 gemisinin organizatörü, bu suçtan dolayı hakkında kırmızı bülten çıkıyor ama Hollanda, yasalar emretmesine rağmen bize iade etmiyor.  
Hüseyin Baybaşin, terör örgütü PKK’nın uyuşturucu trafiğinde ortaklık yapan, kazandığının bir kısmını örgüte yardım olarak düzenli bir şeklide veren bir tip. 
 
ŞENOĞLU: Türkiye’den Avrupa’ya ulaşan uyuşturucu ticaretini yöneten ailelerden biri de bu. Aileden Avni, Muharrem, Orhan ve Ramazan Şenoğlu hakkında birçok suç dosyası mevcut hatta Orhan Almanya’da cinayet suçundan mahkum bile edilmiş bir tip ve elbette PKK destekçisi. 
 
Mustafa KARUÇ: Kaçakçılık ve Organize suçlar dairesinde yirmi civarında dosyası var, Avrupa’nın hemen her yerine uyuşturucu taşımış en son Ekim 1995 de 10 kilo eroinle Frankfurt Havalimanında yakalanıyor ve elbette PKK destekçisi. 
 
 
Bu isimlerin verdiği ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 1997 yılında mahkum edilmek isteniyordu. 
Sebep; PKK’ya karşı güçlü ve başarılı mücadele veren, bağımsız dış politika izleyen, ekonomik model olarak IMF’ i reddeden Refah-Yol iktidarını yıkmak. 
 
Bu Frankfurt davası boyunca hem Avrupa hem Ulusal medyamızda Türkiye haritası üzerinde uyuşturucu şırıngası resmi çokça kullanılmıştı. 
 
Aynı harita, sosyete mafyası Sedat Peker’in sosyal medyadaki açıklamaları sürecinde de hem yurtdışından yayın yapan medyada hem de FETÖ ve PKK hesapları yoluyla sosyal medyada yapıldı. 
 
Sosyete mafyası yorulduğunda görevi “gazeteci” Erk Acarer aldı.  
Acarer’i nereden tanıyoruz? Kendisi gazetecilik adı altında PKK’ nin Kandil mağarasından çıkmayan, DAEŞ’ le mücadele ettiğini iddia ettiği PKK’ dan insanlık adına, laiklik adına sözde kahramanlıklar destanı yazan fonlamış bir tip. 
 
Kaçarak sığındığı BAE’den sosyal medyayı kullanarak, hem İç işleri bakanımız Süleyman SOYLU ’yu hem de davanın emektarı Binali YILDIRIM Bey’i, aslında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ve Reis’i uyuşturucu işiyle suçlayıcı açıklamalarda bulunan Sedat Peker’in, Hüseyin Baybaşin’ in rolünü devraldığını görüyoruz. 
  
Sebep de yine birebir aynı, PKK terör örgütünü, FETÖ’ yü bitirme noktasına getiren, IMF’yi ülkeden kovmak ve savunma sanayinde yüzde seksenlere çıkan yerlilik oranıyla bağımsızlık yolunda çok önemli adımlar atan, dünyanın yeniden şekillendiği bu kaos dönemine başkanlık sistemiyle girerek bölgesel bir aktör olma yolunda ilerleyen AK Parti iktidarını devirmek.
 
Kâğıt mendil gibi kullanılarak bir kenara atılan ve halen Hollanda’da ömür boyu hapis cezasıyla yatan Baybaşin’ i FETÖ ve PKK medyası dışında hatırlayan kalmadı. 
Peker’e servis edilen düzmece dosyalardan da istediği sonucu alamayan küresel baronlar, yakında bu aparattan da kurtulmak isteyecektir.  
Baybaşin’in yaşadığı sonu muhtemelen sosyete mafyası Peker de yaşayacak. 
 
Ve Türkiye o eski Türkiye değil, bunu onlar da eninde sonunda anlayacak. 
 
Selam ve Saygıyla 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.