Çocuklar katlediliyor, Çınar’da ve başka yerlerde. Çocuklar katlediliyor, ilkokul bahçelerinde, karnelerini alamadan. Analar ağlıyor… Kalplerde bir sızı… Terör korkunç bir mantıksızlıkla saldırıyor, yakıyor, bombalıyor, yıkıyor. Vatandaş ağlıyor, kadeh aydınları ağlayan yerine ağlatanı savunuyor. Kendi nefretinde boğulanlar da onları destekliyor. Eğiktiler, doğdular, hay huy ediyorlar. Vay! Diyorlar. Sonunda herkes gibi elif olacaklar da iş işten geçmiş, hesap deftere yazılmış olacak. Teröre karşı mücadele veriyoruz. Bu onlara batıyor. Kendi memleketlerinde teröre karşı inanılmaz önlemler alanlar bize karşı konuşmakta. Onlar teröre önlem alıyor, biz durmalıymışız. Sonunda Ahmet Hoca atıyor Osmanlı tokadını, “Siz Türkiye'nin Başbakanı olduğunuzu düşünün: Bunun devam etmesini mi isterdiniz? Sokağa çıkma yasaklarını mı ortadan kaldırırsınız?” diye. Ardından ekliyor, “Etnik grup üzerinden Türkiye'nin temel olduğu kabul edilemez. Türkiye'de ayrımlar üzerinden hareket edilmiyor. Gelip, şehirlerimizi görebilirsiniz. Sultanahmet'teki saldırı sonrasında İstanbul'da Paris'teki gibi güvenlik durumlarını göremezsiniz.” Ne olursa olsun demokratik reformlar sürecek diyor Başbakan. En çok da bu korkutuyor Paganları. Onlar köstek olmak istedikçe Türkiye ilerliyor. Yeni havaalanları geliyor, hastaneler geliyor, çalışan ve emekli maaşları iyileştiriliyor. Halk kendisine verilen hizmeti görüyor, inanıyor, desteği hızla artıyor. Bunlar hasedinden çatlıyor, kuduruyor… Süzme solcu geçinenler kapitalizmin ağababalarına mersiyeler yazma yarışına giriyor. Tek gerekçeleri “Gezi desteği” Bakın nasıl yazıyor Bekir, “Gezi Parkı’ndaki ağaçlar kesilmesin diye başlattıkları, dünyanın her tarafında gururla karşılanacak bir direniş, bir anda “terörist”, “vatan haini”, “eşkıya” suçuna dönüşmüştü… Arkalarında TOMA’lar, coplar, gaz bombaları, boyalı sular ve kelepçeler vardı… Etrafları sarılan ve korkan gençlerden kimisi Divan Oteli’nin camlarına dayanmışlardı ve kapılar kapalıydı… O iki küçük el çığlık çığlık kapının camındaydı… Otel yönetimi şaşkındı… Böyle hukuksuz, zalim ve ahlaksız bir ortamda, o çocuklara yardım etmek özellikle işadamları açısından intihar sayılırdı… Telefonlar işliyordu… Bir ses otel yönetimine şöyle dedi: Açın kapıları…” Altında yatan gerçek ise Holding’den gelecek ilanlar. Yaratan’ın değil da paranın karşısında vav oluyorlar. Bir diğeri çıkmış Reis’e dil uzatıyor, mahkemelik olmasına karşı çıkıyor, “Atatürk” örnekleri veriyor. İstiklal mahkemeleri aklına bile gelmiyor. Terörü, teröristi ve onları destekleyenleri lanetleyen bir Cumhurbaşkanı işine gelmiyor. Öbürü çıkmış Divan Otelini tapınak yapmaya gayret ediyor. Teröristi lanetlemeye gelince sus pus… Vav değil, vay oldular. Vay, vay deyip yaşıyorlar. Günü gelip elif olunca anlayacaklar…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Alpan
'Vav' değil, 'vay' sonunda Elif
Çocuklar katlediliyor, Çınar’da ve başka yerlerde. Çocuklar katlediliyor, ilkokul bahçelerinde, karnelerini alamadan. Analar ağlıyor…
Kalplerde bir sızı…
Terör korkunç bir mantıksızlıkla saldırıyor, yakıyor, bombalıyor, yıkıyor.
Vatandaş ağlıyor, kadeh aydınları ağlayan yerine ağlatanı savunuyor. Kendi nefretinde boğulanlar da onları destekliyor.
Eğiktiler, doğdular, hay huy ediyorlar. Vay! Diyorlar.
Sonunda herkes gibi elif olacaklar da iş işten geçmiş, hesap deftere yazılmış olacak.
Teröre karşı mücadele veriyoruz. Bu onlara batıyor.
Kendi memleketlerinde teröre karşı inanılmaz önlemler alanlar bize karşı konuşmakta. Onlar teröre önlem alıyor, biz durmalıymışız.
Sonunda Ahmet Hoca atıyor Osmanlı tokadını, “Siz Türkiye'nin Başbakanı olduğunuzu düşünün: Bunun devam etmesini mi isterdiniz? Sokağa çıkma yasaklarını mı ortadan kaldırırsınız?” diye.
Ardından ekliyor, “Etnik grup üzerinden Türkiye'nin temel olduğu kabul edilemez. Türkiye'de ayrımlar üzerinden hareket edilmiyor. Gelip, şehirlerimizi görebilirsiniz. Sultanahmet'teki saldırı sonrasında İstanbul'da Paris'teki gibi güvenlik durumlarını göremezsiniz.”
Ne olursa olsun demokratik reformlar sürecek diyor Başbakan. En çok da bu korkutuyor Paganları.
Onlar köstek olmak istedikçe Türkiye ilerliyor.
Yeni havaalanları geliyor, hastaneler geliyor, çalışan ve emekli maaşları iyileştiriliyor. Halk kendisine verilen hizmeti görüyor, inanıyor, desteği hızla artıyor.
Bunlar hasedinden çatlıyor, kuduruyor…
Süzme solcu geçinenler kapitalizmin ağababalarına mersiyeler yazma yarışına giriyor.
Tek gerekçeleri “Gezi desteği”
Bakın nasıl yazıyor Bekir, “Gezi Parkı’ndaki ağaçlar kesilmesin diye başlattıkları, dünyanın her tarafında gururla karşılanacak bir direniş, bir anda “terörist”, “vatan haini”, “eşkıya” suçuna dönüşmüştü… Arkalarında TOMA’lar, coplar, gaz bombaları, boyalı sular ve kelepçeler vardı… Etrafları sarılan ve korkan gençlerden kimisi Divan Oteli’nin camlarına dayanmışlardı ve kapılar kapalıydı… O iki küçük el çığlık çığlık kapının camındaydı… Otel yönetimi şaşkındı… Böyle hukuksuz, zalim ve ahlaksız bir ortamda, o çocuklara yardım etmek özellikle işadamları açısından intihar sayılırdı… Telefonlar işliyordu… Bir ses otel yönetimine şöyle dedi: Açın kapıları…”
Altında yatan gerçek ise Holding’den gelecek ilanlar.
Yaratan’ın değil da paranın karşısında vav oluyorlar.
Bir diğeri çıkmış Reis’e dil uzatıyor, mahkemelik olmasına karşı çıkıyor, “Atatürk” örnekleri veriyor.
İstiklal mahkemeleri aklına bile gelmiyor.
Terörü, teröristi ve onları destekleyenleri lanetleyen bir Cumhurbaşkanı işine gelmiyor.
Öbürü çıkmış Divan Otelini tapınak yapmaya gayret ediyor.
Teröristi lanetlemeye gelince sus pus…
Vav değil, vay oldular.
Vay, vay deyip yaşıyorlar.
Günü gelip elif olunca anlayacaklar…