Ekonomi, siyaset, dış ilişkiler… Rakamlar, oranlar, tablolar. Ama o tabloların bir yerinde çocukların yüzü eksik. Türkiye’nin en derin, en acı sessizliği işte burada yatıyor: Çocuk yoksulluğu.
Biliyorum, bu satırları okurken bile birçoğumuzun zihni hemen başka yere kayacak. “Zaten herkes zor durumda, çocuklar da nasibini alıyor,” diyeceğiz belki. Ama mesele sadece ekonomik bir dar boğaz değil. Bu, toprağının en derin yarığına düşen bir neslin sessiz çığlığı.
Geçen gün, semt pazarından çıkarken bir anneyle göz göze geldik. Yanında 6-7 yaşlarında bir çocuk vardı. Kadın, yere düşmüş bir domatesi aldı, silkeledi, torbasına attı. O sırada çocuk, elimdeki muzlara bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi. Ama gözleri çok şey anlattı.
Ben o gün sadece muz almadım; bir çocuğun utancını, bir annenin çaresizliğini, bu ülkenin sessiz yoksulluğunu da taşıdım poşetimde.
İşte o an fark ettim: Biz bazen açlığı yanlış anlıyoruz. Açlık sadece mideyle ilgili bir şey değil. Bazen göz aç kalıyor, bazen ruh. Bazen bir çocuk, “ben de isterdim ama paramız yok” cümlesini büyüdükten sonra bile kendi içinden atamıyor.
Bazen “gençler neden bu kadar umutsuz?” diye soruyoruz. Belki de doğru soru şu: Çocukken hiç doymamış bir kalp, büyüyünce neye inanır?
Türkiye'de her 3 çocuktan 1’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu ne demek biliyor musunuz?
Bir çocuğun sabah kahvaltısı olmadan okula gitmesi demek.
Soğukta montsuz beklemesi, defterini üç arkadaşla paylaşması…
Ve en kötüsü, geleceğe dair hayal kurmaktan vazgeçmesi demek.
Mesele bir çocuğun gözündeki ışıkla ilgilidir. Ve o ışık, biz görmezden geldikçe sönüyor. Bir çocuğun geleceği, asla ihmalin kurbanı olmamalıdır…
Çözüm yalnızca devletten beklenemez. Evet, sosyal politikalar güçlenmeli. Okullarda ücretsiz kahvaltı uygulaması yaygınlaştırılmalı. Mahalle bazlı çocuk destek merkezleri kurulmalı. Ama biz bireyler de artık şunu anlamalıyız: Bir çocuğun tok yatması sadece ailesinin değil, toplumun da sorumluluğudur.
Bir mahallenin bakkalına veresiye defterini kapattıran, bir okulun sobasını yaktıran, bir çocuğa kalem hediye eden o küçük iyilikler…
İşte onlar geleceğin tohumudur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Bir çocuğun karnı açken, bu ülke tok sayılmaz
Ekonomi, siyaset, dış ilişkiler… Rakamlar, oranlar, tablolar. Ama o tabloların bir yerinde çocukların yüzü eksik. Türkiye’nin en derin, en acı sessizliği işte burada yatıyor: Çocuk yoksulluğu.
Biliyorum, bu satırları okurken bile birçoğumuzun zihni hemen başka yere kayacak. “Zaten herkes zor durumda, çocuklar da nasibini alıyor,” diyeceğiz belki. Ama mesele sadece ekonomik bir dar boğaz değil. Bu, toprağının en derin yarığına düşen bir neslin sessiz çığlığı.
Geçen gün, semt pazarından çıkarken bir anneyle göz göze geldik. Yanında 6-7 yaşlarında bir çocuk vardı. Kadın, yere düşmüş bir domatesi aldı, silkeledi, torbasına attı. O sırada çocuk, elimdeki muzlara bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi. Ama gözleri çok şey anlattı.
Ben o gün sadece muz almadım; bir çocuğun utancını, bir annenin çaresizliğini, bu ülkenin sessiz yoksulluğunu da taşıdım poşetimde.
İşte o an fark ettim: Biz bazen açlığı yanlış anlıyoruz. Açlık sadece mideyle ilgili bir şey değil. Bazen göz aç kalıyor, bazen ruh. Bazen bir çocuk, “ben de isterdim ama paramız yok” cümlesini büyüdükten sonra bile kendi içinden atamıyor.
Bazen “gençler neden bu kadar umutsuz?” diye soruyoruz. Belki de doğru soru şu: Çocukken hiç doymamış bir kalp, büyüyünce neye inanır?
Türkiye'de her 3 çocuktan 1’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu ne demek biliyor musunuz?
Bir çocuğun sabah kahvaltısı olmadan okula gitmesi demek.
Soğukta montsuz beklemesi, defterini üç arkadaşla paylaşması…
Ve en kötüsü, geleceğe dair hayal kurmaktan vazgeçmesi demek.
Mesele bir çocuğun gözündeki ışıkla ilgilidir. Ve o ışık, biz görmezden geldikçe sönüyor. Bir çocuğun geleceği, asla ihmalin kurbanı olmamalıdır…
Çözüm yalnızca devletten beklenemez. Evet, sosyal politikalar güçlenmeli. Okullarda ücretsiz kahvaltı uygulaması yaygınlaştırılmalı. Mahalle bazlı çocuk destek merkezleri kurulmalı. Ama biz bireyler de artık şunu anlamalıyız: Bir çocuğun tok yatması sadece ailesinin değil, toplumun da sorumluluğudur.
Bir mahallenin bakkalına veresiye defterini kapattıran, bir okulun sobasını yaktıran, bir çocuğa kalem hediye eden o küçük iyilikler…
İşte onlar geleceğin tohumudur.