Her sabah mutfağımızda çıtırdayan ekmek sesleri… Bir tabakta sıcacık bir omlet… Yanında domatesin kırmızısı, zeytinin siyahı...
Gözlerimizin alıştığı bu renkler, bugün dünyanın birçok yerinde sadece bir hatıra gibi kaldı.
Gıda fiyatları, sessiz bir tsunami gibi dünyayı sarıyor. Artan enflasyon, iklim değişikliğinin acımasız etkileri, savaşların bitmek bilmeyen gölgesi... Bunlar sofralarımızdan birer birer lokmaları eksiltiyor.
Market raflarında yükselen fiyatlar, bizim için "bu ay biraz fazla harcadık" demek olabilir.
Ama bir yerlerde, bu artış bir çocuğun yatağa aç girmesi, bir annenin gözyaşlarını gizlemeye çalışması demek.
Son açıklanan verilere göre, dünyada 800 milyon insan her gece aç uyuyor. Bu sayı, sadece bir istatistik değil; gözyaşı, suskunluk ve utanç demek.
Çünkü dünya, her insanı doyurabilecek kadar zengin. Ama bu zenginlik, adil dağıtılmıyor.
Bir çiftçi düşünün.
Toprağına umutla tohum serpiyor, aylarca gökyüzüne bakıyor; yağmur duasına çıkıyor bazen.
Fakat bir sabah uyanıyor ve ürününü taşıyacak traktörüne yakıt bulamıyor.
Çünkü petrol fiyatları artmış, çünkü döviz kuru dalgalanmış, çünkü dünya başka dertlere dalmış…
Bir baba düşünün.
Çocuğunun tabağına koyacak bir parça peynir için saatlerce çalışıyor, ama aldığı ücretle sadece bir ekmek alabiliyor.
Ve o gün o ekmek, bir bayram sofrası gibi sunuluyor evde.
Bir yaşlı kadın düşünün.
Pazara gidiyor, sepeti boş dönüyor. Çünkü elindeki üç kuruş, bir kilo domates etmiyor artık.
Ve o kadın, belki de sadece akşamları açlığını suyla bastırıyor, kimseye belli etmeden.
Gıda fiyatları arttıkça, aslında insanlık sınavı veriyor.
Bize verilen kaynakları nasıl yönettiğimizin, nasıl paylaştığımızın aynası bu kriz.
Ve maalesef, bu aynada gördüğümüz şey pek de parlak değil.
Her gün çöpe atılan tonlarca yiyeceği düşündüğümüzde...
Her marketin arka bahçesinde, son kullanma tarihi geçmiş diye atılan ekmekleri düşündüğümüzde...
Ve aynı anda bir başka yerde açlıktan ağlayan bir çocuğun varlığını bildiğimizde...
İçimizde bir yer sızlamıyorsa, o zaman çok daha büyük bir krizin içindeyiz demektir: Vicdan krizi.
Bugün sofraya oturduğumuzda, bir an duralım.
Çatalı, bıçağı elimize almadan önce... Bir an gözlerimizi kapatalım.
Ve şunu düşünelim:
Bu sofraya ulaşmak için kaç kişinin emek verdiğini, kaç annenin dua ettiğini, kaç çocuğun sessizce beklediğini...
Gıda sadece karın doyurmaz.
Gıda, yaşamın kendisidir.
Ve yaşam, herkes için eşit kıymette olmalıdır.
Bu yüzden artık daha çok konuşmalı, daha çok paylaşmalı, daha çok üretmeliyiz.
Yerel üreticilere destek olmalı, israfı önlemeli, elimizdekini paylaşmaktan utanmamalıyız.
Çünkü hiçbir çocuğun "Bugün yemek yok" cümlesini duymaması gerekiyor.
Çünkü hiçbir tabak boş kalmamalı, hiçbir sofra sessizliğe mahkûm olmamalı.
Unutmayalım:
Bir ekmek, bir dünyadır.
Ve o dünya, hepimizin.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Bir Ekmek, Bir Dünya
Her sabah mutfağımızda çıtırdayan ekmek sesleri… Bir tabakta sıcacık bir omlet… Yanında domatesin kırmızısı, zeytinin siyahı...
Gözlerimizin alıştığı bu renkler, bugün dünyanın birçok yerinde sadece bir hatıra gibi kaldı.
Gıda fiyatları, sessiz bir tsunami gibi dünyayı sarıyor. Artan enflasyon, iklim değişikliğinin acımasız etkileri, savaşların bitmek bilmeyen gölgesi... Bunlar sofralarımızdan birer birer lokmaları eksiltiyor.
Market raflarında yükselen fiyatlar, bizim için "bu ay biraz fazla harcadık" demek olabilir.
Ama bir yerlerde, bu artış bir çocuğun yatağa aç girmesi, bir annenin gözyaşlarını gizlemeye çalışması demek.
Son açıklanan verilere göre, dünyada 800 milyon insan her gece aç uyuyor. Bu sayı, sadece bir istatistik değil; gözyaşı, suskunluk ve utanç demek.
Çünkü dünya, her insanı doyurabilecek kadar zengin. Ama bu zenginlik, adil dağıtılmıyor.
Bir çiftçi düşünün.
Toprağına umutla tohum serpiyor, aylarca gökyüzüne bakıyor; yağmur duasına çıkıyor bazen.
Fakat bir sabah uyanıyor ve ürününü taşıyacak traktörüne yakıt bulamıyor.
Çünkü petrol fiyatları artmış, çünkü döviz kuru dalgalanmış, çünkü dünya başka dertlere dalmış…
Bir baba düşünün.
Çocuğunun tabağına koyacak bir parça peynir için saatlerce çalışıyor, ama aldığı ücretle sadece bir ekmek alabiliyor.
Ve o gün o ekmek, bir bayram sofrası gibi sunuluyor evde.
Bir yaşlı kadın düşünün.
Pazara gidiyor, sepeti boş dönüyor. Çünkü elindeki üç kuruş, bir kilo domates etmiyor artık.
Ve o kadın, belki de sadece akşamları açlığını suyla bastırıyor, kimseye belli etmeden.
Gıda fiyatları arttıkça, aslında insanlık sınavı veriyor.
Bize verilen kaynakları nasıl yönettiğimizin, nasıl paylaştığımızın aynası bu kriz.
Ve maalesef, bu aynada gördüğümüz şey pek de parlak değil.
Her gün çöpe atılan tonlarca yiyeceği düşündüğümüzde...
Her marketin arka bahçesinde, son kullanma tarihi geçmiş diye atılan ekmekleri düşündüğümüzde...
Ve aynı anda bir başka yerde açlıktan ağlayan bir çocuğun varlığını bildiğimizde...
İçimizde bir yer sızlamıyorsa, o zaman çok daha büyük bir krizin içindeyiz demektir: Vicdan krizi.
Bugün sofraya oturduğumuzda, bir an duralım.
Çatalı, bıçağı elimize almadan önce... Bir an gözlerimizi kapatalım.
Ve şunu düşünelim:
Bu sofraya ulaşmak için kaç kişinin emek verdiğini, kaç annenin dua ettiğini, kaç çocuğun sessizce beklediğini...
Gıda sadece karın doyurmaz.
Gıda, yaşamın kendisidir.
Ve yaşam, herkes için eşit kıymette olmalıdır.
Bu yüzden artık daha çok konuşmalı, daha çok paylaşmalı, daha çok üretmeliyiz.
Yerel üreticilere destek olmalı, israfı önlemeli, elimizdekini paylaşmaktan utanmamalıyız.
Çünkü hiçbir çocuğun "Bugün yemek yok" cümlesini duymaması gerekiyor.
Çünkü hiçbir tabak boş kalmamalı, hiçbir sofra sessizliğe mahkûm olmamalı.
Unutmayalım:
Bir ekmek, bir dünyadır.
Ve o dünya, hepimizin.