Bir ekonominin büyümesi yalnızca rakamlarla ölçülmez. İnsanların yüzündeki tebessümle, çocukların geleceğe umutla bakışıyla, sofralardaki ekmekle, evlerdeki huzurla da ölçülür. Ama biz, uzun zamandır yalnızca daralmayı konuşuyoruz. Enflasyonu, alım gücünü, kredi faizlerini. Oysa esas daralma başka bir yerde: hayatlarımızda.
Bir zamanlar “azla yetinmek” bir erdemdi; şimdi ise mecburiyetin adıdır. Pazara çıkan bir anne, çantasındaki üç kuruşla evine ne getireceğini bilemiyor artık. Çocuğunun sütüne mi yetsin, akşama tencereye girecek yemeğe mi? “Kredi kartından hallederim” dediği şeyler, ay sonunda daha büyük bir endişe olarak geri dönüyor.
Gençler… Onlar artık hayal kurmaktan korkar oldu. “Ev alırım”, “araba sahibi olurum”, “bir iş kurarım” gibi cümleler geçmiş zaman ekiyle kuruluyor. Çünkü bugün bu ülkede bir genç için biriktirmek, hayal etmek kadar ulaşılmaz.
Daralan ekonomi, yalnızca cebimizi değil; ilişkilerimizi, hayallerimizi, hayata tutunma direncimizi de sıkıştırıyor. Kimse kimseyle eskisi kadar konuşmuyor, gülmüyor. Çünkü zihinlerimiz geçim derdiyle o kadar meşgul ki, duygularımıza yer kalmıyor. Kardeş kardeşe borç veremez hale geldi, arkadaşlar birbirinin doğum gününü kutlayamaz oldu, insanlar evlenmekten korkar hale geldi.
Ve belki de en acısı şu: Yoksulluk artık olağanlaştı. Çocukların aç okula gitmesi, bir işçinin günde 14 saat çalışıp asgari ücretle yaşaması, emeklinin ay sonunu getirememesi… Bunların hiçbiri kimseyi şok etmiyor. Normalleştirdik. Sessizleştik. Kabullendik.
Ama hayır, bu sessizlik sürdürülemez. İnsan onurunun bu kadar örselendiği bir yerde, sadece ekonomi değil; toplum da yavaş yavaş çöküyor. Bizler ise bu çöküşe seyirci kalamayız. Sözümüz olmalı. Çünkü bu yazı sadece verilerle değil, vicdanla yazıldı.
Ekonomi daralabilir. Krizler geçicidir. Ama bu süreçte insanları kaybedersek, umutları söndürürsek, işte o zaman asıl kaybı yaşarız.
Bu yüzden diyorum ki: Asıl mesele ekonomi değil; insanı, insan gibi yaşatmak.
Ve her kriz, insanca bir hayat için yeniden düşünmenin fırsatıdır.
Bugün bir baba markette çocuğunun istediği çikolatayı alamıyorsa, bir genç iş bulamadığı için yurt dışı hayalleri kuruyorsa, bir anne evladının eğitiminden tasarruf etmek zorunda kalıyorsa... Bu, yalnızca ekonomik bir sorun değil; bir toplumun kalbinde açılmış derin bir yaradır.
Devletler büyümeyi, faizleri, enflasyonu konuşurken; halk hâlâ ay sonunu, kirasını, karnını düşünüyor. O yüzden çağrım nettir: İnsan hayatı rakamlardan büyüktür. Bu ülkenin kaynakları vardır, yeter ki önceliğimiz insan olsun. Yeter ki bu daralmadan, hep birlikte daha adil, daha dayanışmacı, daha vicdanlı bir toplum olarak çıkmayı hedefleyelim.
Unutmayalım, ekonomiler düzelir. Ama kırılmış umutları onarmak, geç kalındığında çok daha zordur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Bu kriz rakamlarla değil, insanlarla anlatılır…
Bir ekonominin büyümesi yalnızca rakamlarla ölçülmez. İnsanların yüzündeki tebessümle, çocukların geleceğe umutla bakışıyla, sofralardaki ekmekle, evlerdeki huzurla da ölçülür. Ama biz, uzun zamandır yalnızca daralmayı konuşuyoruz. Enflasyonu, alım gücünü, kredi faizlerini. Oysa esas daralma başka bir yerde: hayatlarımızda.
Bir zamanlar “azla yetinmek” bir erdemdi; şimdi ise mecburiyetin adıdır. Pazara çıkan bir anne, çantasındaki üç kuruşla evine ne getireceğini bilemiyor artık. Çocuğunun sütüne mi yetsin, akşama tencereye girecek yemeğe mi? “Kredi kartından hallederim” dediği şeyler, ay sonunda daha büyük bir endişe olarak geri dönüyor.
Gençler… Onlar artık hayal kurmaktan korkar oldu. “Ev alırım”, “araba sahibi olurum”, “bir iş kurarım” gibi cümleler geçmiş zaman ekiyle kuruluyor. Çünkü bugün bu ülkede bir genç için biriktirmek, hayal etmek kadar ulaşılmaz.
Daralan ekonomi, yalnızca cebimizi değil; ilişkilerimizi, hayallerimizi, hayata tutunma direncimizi de sıkıştırıyor. Kimse kimseyle eskisi kadar konuşmuyor, gülmüyor. Çünkü zihinlerimiz geçim derdiyle o kadar meşgul ki, duygularımıza yer kalmıyor. Kardeş kardeşe borç veremez hale geldi, arkadaşlar birbirinin doğum gününü kutlayamaz oldu, insanlar evlenmekten korkar hale geldi.
Ve belki de en acısı şu: Yoksulluk artık olağanlaştı. Çocukların aç okula gitmesi, bir işçinin günde 14 saat çalışıp asgari ücretle yaşaması, emeklinin ay sonunu getirememesi… Bunların hiçbiri kimseyi şok etmiyor. Normalleştirdik. Sessizleştik. Kabullendik.
Ama hayır, bu sessizlik sürdürülemez. İnsan onurunun bu kadar örselendiği bir yerde, sadece ekonomi değil; toplum da yavaş yavaş çöküyor. Bizler ise bu çöküşe seyirci kalamayız. Sözümüz olmalı. Çünkü bu yazı sadece verilerle değil, vicdanla yazıldı.
Ekonomi daralabilir. Krizler geçicidir. Ama bu süreçte insanları kaybedersek, umutları söndürürsek, işte o zaman asıl kaybı yaşarız.
Bu yüzden diyorum ki:
Asıl mesele ekonomi değil; insanı, insan gibi yaşatmak.
Ve her kriz, insanca bir hayat için yeniden düşünmenin fırsatıdır.
Bugün bir baba markette çocuğunun istediği çikolatayı alamıyorsa, bir genç iş bulamadığı için yurt dışı hayalleri kuruyorsa, bir anne evladının eğitiminden tasarruf etmek zorunda kalıyorsa... Bu, yalnızca ekonomik bir sorun değil; bir toplumun kalbinde açılmış derin bir yaradır.
Devletler büyümeyi, faizleri, enflasyonu konuşurken; halk hâlâ ay sonunu, kirasını, karnını düşünüyor. O yüzden çağrım nettir: İnsan hayatı rakamlardan büyüktür. Bu ülkenin kaynakları vardır, yeter ki önceliğimiz insan olsun. Yeter ki bu daralmadan, hep birlikte daha adil, daha dayanışmacı, daha vicdanlı bir toplum olarak çıkmayı hedefleyelim.
Unutmayalım, ekonomiler düzelir. Ama kırılmış umutları onarmak, geç kalındığında çok daha zordur.