Her sabah çarşıya, pazara ya da mahalle fırınına uğrayan milyonlarca insan gibi ben de ekonomik verileri artık manşetlerden değil, ekmek kuyruğundan okur oldum. Elindeki fileyle bekleyen yaşlı bir teyzenin sessiz serzenişi, bana TÜİK verilerinden çok daha fazlasını söylüyor: “Eskiden 20 liraya torba torba sebze alırdım. Şimdi marul olmuş 25 lira.”
Ekonomi artık akademik bir alan değil; hepimizin yaşadığı gündelik bir gerçek. Raflardaki fiyat etiketi, kasadaki fiş, pazarda elimize tutuşturulan naylon poşet bize günün döviz kurundan çok daha doğrudan bir şey söylüyor: Geçinemiyoruz.
Resmi verilere göre enflasyon %70’ler civarında seyrediyor. Ancak sokaktaki vatandaşın enflasyonu, marketteki etiket değişim hızından, aylık kira artışlarından ve dolmuş ücretlerinden okunuyor. Gerçek hayatla resmi açıklamalar arasındaki makas, artık sadece ekonomik değil; vicdani bir mesele haline geldi.
Asgari ücretliden emekliye, memurdan işsize herkesin ortak cümlesi şu: “Bu ayı nasıl çıkarırım?”
Ay sonunu getirme mücadelesi, artık toplumun büyük çoğunluğunun ortak paydası haline geldi. Ancak bu mücadele, sadece cebimizi değil, psikolojimizi de zorluyor. İnsanlar hayal kurmayı, birikim yapmayı, çocuklarına gelecek planı çizmeyi unutmuş durumda.
Gıda fiyatlarındaki artış o kadar hızlı ki, anneler beslenme çantasına koyacak bir öğünü planlarken iki kez düşünmek zorunda kalıyor. Pazarda çürüğe dönmüş meyveleri seçen yaşlılar, indirim saatini kollayan emekliler, artık haber konusu değil; günlük yaşamın birer parçası.
Bu durumun daha da acısı, yavaş yavaş normalleşiyor olması.
Tane ile alınan sebzeler, gramla alınan etler, utanç kaynağı olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüşüyor. Herkes aynı durumda olduğu için kimse sesini çıkarmıyor.
Ama susmamalıyız. Çünkü bu hikâyelerin sonu böyle yazılmamalı.
Biliyorum, bu satırları okuyan birçok kişi “biz de yaşıyoruz” diyecek. Haklısınız. Zaten mesele de bu: Herkes yaşıyor ama ses çok az çıkıyor. Ekonomi yalnızca rakamlarla değil, sokaktaki insanın yaşadıklarıyla da yazılır. Ve artık bu gidişatın yönünü değiştirme vakti geldi.
Aksi halde gelecek nesillerimiz, umutsuzlukla da baş etmek zorunda kalacak…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Çarşıya bir uğra, ekonomiyi anlarsın
Her sabah çarşıya, pazara ya da mahalle fırınına uğrayan milyonlarca insan gibi ben de ekonomik verileri artık manşetlerden değil, ekmek kuyruğundan okur oldum. Elindeki fileyle bekleyen yaşlı bir teyzenin sessiz serzenişi, bana TÜİK verilerinden çok daha fazlasını söylüyor: “Eskiden 20 liraya torba torba sebze alırdım. Şimdi marul olmuş 25 lira.”
Ekonomi artık akademik bir alan değil; hepimizin yaşadığı gündelik bir gerçek. Raflardaki fiyat etiketi, kasadaki fiş, pazarda elimize tutuşturulan naylon poşet bize günün döviz kurundan çok daha doğrudan bir şey söylüyor: Geçinemiyoruz.
Resmi verilere göre enflasyon %70’ler civarında seyrediyor. Ancak sokaktaki vatandaşın enflasyonu, marketteki etiket değişim hızından, aylık kira artışlarından ve dolmuş ücretlerinden okunuyor. Gerçek hayatla resmi açıklamalar arasındaki makas, artık sadece ekonomik değil; vicdani bir mesele haline geldi.
Asgari ücretliden emekliye, memurdan işsize herkesin ortak cümlesi şu: “Bu ayı nasıl çıkarırım?”
Ay sonunu getirme mücadelesi, artık toplumun büyük çoğunluğunun ortak paydası haline geldi. Ancak bu mücadele, sadece cebimizi değil, psikolojimizi de zorluyor. İnsanlar hayal kurmayı, birikim yapmayı, çocuklarına gelecek planı çizmeyi unutmuş durumda.
Gıda fiyatlarındaki artış o kadar hızlı ki, anneler beslenme çantasına koyacak bir öğünü planlarken iki kez düşünmek zorunda kalıyor. Pazarda çürüğe dönmüş meyveleri seçen yaşlılar, indirim saatini kollayan emekliler, artık haber konusu değil; günlük yaşamın birer parçası.
Bu durumun daha da acısı, yavaş yavaş normalleşiyor olması.
Tane ile alınan sebzeler, gramla alınan etler, utanç kaynağı olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüşüyor. Herkes aynı durumda olduğu için kimse sesini çıkarmıyor.
Ama susmamalıyız. Çünkü bu hikâyelerin sonu böyle yazılmamalı.
Biliyorum, bu satırları okuyan birçok kişi “biz de yaşıyoruz” diyecek. Haklısınız. Zaten mesele de bu: Herkes yaşıyor ama ses çok az çıkıyor. Ekonomi yalnızca rakamlarla değil, sokaktaki insanın yaşadıklarıyla da yazılır. Ve artık bu gidişatın yönünü değiştirme vakti geldi.
Aksi halde gelecek nesillerimiz, umutsuzlukla da baş etmek zorunda kalacak…