Her yaz, ciğerimizi yakan bir manzarayla karşı karşıyayız: Alev alev yanan ormanlar, dumanla kaplanan gökyüzü, çaresizlikle bakan gözler… Orman yangınları artık bir doğa olayı değil; bir felaket, bir ihmalkârlık ve çoğu zaman da bir ihanetin sonucu.
2025 yazına girmemizle birlikte Türkiye'nin farklı bölgelerinden orman yangını haberleri gelmeye başladı bile. Sadece bizde değil, Yunanistan’dan Kanada’ya, Brezilya’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört bir yanında benzer sahneler yaşanıyor. Gezegenimizin akciğerleri, gözümüzün önünde yanıyor.
Peki, neden?
Küresel ısınma, iklim krizi, kuraklık, ihmaller, sabotajlar… Sebepler çeşitleniyor ama sonuç hep aynı: yok olan binlerce hektar orman, göç eden ya da ölen canlılar, zehirli bir hava ve yıllar sürecek bir doğa tahribatı.
Orman sadece ağaç değildir. O bir ekosistemdir; toprağın canıdır, suyun filtresidir, havanın temizleyicisidir, insanlığın geleceğidir. Bir ağacı kaybetmek, sadece odun kaybetmek değildir. O ağaçla birlikte bir kuşun yuvası, bir böceğin sığınağı, bir çiçeğin gölgesi de yok olur.
Ancak bu gerçekleri bildiğimiz hâlde yeterince ne yapıyoruz?
Yangın söndürme uçaklarının sayısını konuşuyoruz ama orman bilincinin toplumun tüm kesimlerine ne kadar yerleştiğini pek tartışmıyoruz. Kimi zaman ormanlık alana atılan bir şişe cam parçası, kimi zaman ihmal edilen bir mangal ateşi, kimi zaman da rant için göz yumulan bir kıvılcım, büyük yangınlara dönüşüyor.
Çözüm basit değil ama imkânsız da değil. Öncelikle ormanları korumak bir "duyarlılık" değil, bir "sorumluluk" olarak görülmeli. Eğitim, bilinçlendirme kampanyaları, sıkı denetimler ve caydırıcı cezalar bir arada yürütülmeli. Teknolojiyi etkin kullanmalı, yangına müdahaleyi hızlandıracak yeni sistemler geliştirilmeli.
Ve elbette, doğayla olan ilişkimizi yeniden tanımlamalıyız. Onun bize hizmet etmesini değil, onunla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Çünkü bu gezegen bizim değil; biz bu gezegenin sadece misafiriyiz.
Ormanlar yanarken susan herkes, bu yangına kibrit çakan el kadar sorumludur. Unutmayalım: Giden sadece ağaç değil, geleceğimizdir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Ciğerimiz yanarken….
Her yaz, ciğerimizi yakan bir manzarayla karşı karşıyayız: Alev alev yanan ormanlar, dumanla kaplanan gökyüzü, çaresizlikle bakan gözler… Orman yangınları artık bir doğa olayı değil; bir felaket, bir ihmalkârlık ve çoğu zaman da bir ihanetin sonucu.
2025 yazına girmemizle birlikte Türkiye'nin farklı bölgelerinden orman yangını haberleri gelmeye başladı bile. Sadece bizde değil, Yunanistan’dan Kanada’ya, Brezilya’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört bir yanında benzer sahneler yaşanıyor. Gezegenimizin akciğerleri, gözümüzün önünde yanıyor.
Peki, neden?
Küresel ısınma, iklim krizi, kuraklık, ihmaller, sabotajlar… Sebepler çeşitleniyor ama sonuç hep aynı: yok olan binlerce hektar orman, göç eden ya da ölen canlılar, zehirli bir hava ve yıllar sürecek bir doğa tahribatı.
Orman sadece ağaç değildir. O bir ekosistemdir; toprağın canıdır, suyun filtresidir, havanın temizleyicisidir, insanlığın geleceğidir. Bir ağacı kaybetmek, sadece odun kaybetmek değildir. O ağaçla birlikte bir kuşun yuvası, bir böceğin sığınağı, bir çiçeğin gölgesi de yok olur.
Ancak bu gerçekleri bildiğimiz hâlde yeterince ne yapıyoruz?
Yangın söndürme uçaklarının sayısını konuşuyoruz ama orman bilincinin toplumun tüm kesimlerine ne kadar yerleştiğini pek tartışmıyoruz. Kimi zaman ormanlık alana atılan bir şişe cam parçası, kimi zaman ihmal edilen bir mangal ateşi, kimi zaman da rant için göz yumulan bir kıvılcım, büyük yangınlara dönüşüyor.
Çözüm basit değil ama imkânsız da değil. Öncelikle ormanları korumak bir "duyarlılık" değil, bir "sorumluluk" olarak görülmeli. Eğitim, bilinçlendirme kampanyaları, sıkı denetimler ve caydırıcı cezalar bir arada yürütülmeli. Teknolojiyi etkin kullanmalı, yangına müdahaleyi hızlandıracak yeni sistemler geliştirilmeli.
Ve elbette, doğayla olan ilişkimizi yeniden tanımlamalıyız. Onun bize hizmet etmesini değil, onunla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Çünkü bu gezegen bizim değil; biz bu gezegenin sadece misafiriyiz.
Ormanlar yanarken susan herkes, bu yangına kibrit çakan el kadar sorumludur. Unutmayalım: Giden sadece ağaç değil, geleceğimizdir.