Bir kitapçıya girdiğinizde her şey ilk bakışta umut verici görünüyor. Renk renk kapaklar, ışıl ışıl raflar, kahve kokusuna karışan sayfa sesi… Ama durun, biraz dikkatli bakınca fark ediyorsunuz: O kitapların çoğu hiç açılmamış, sayfaları el değmemiş. Yalnızca dekorun bir parçası hâline gelmişler. Bilgi değil, estetik nesne. Bilgelik değil, ambalaj.
Türkiye’de kitap okuma oranı yıllardır hep aynı acı gerçekle yüzleşiyor. Verilere göre kişi başına yılda düşen kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Oysa telefonlarımızı günde 200 kez kontrol ediyoruz. Kitaplara ayırmadığımız dikkati, sosyal medya bildirimlerine harcıyoruz.
Birçok evde en güzel kitaplar vitrinin arkasında, kapakları dışa dönük. O kitaplar okunmak için değil, “biz de kitap severiz” demek için oradalar. Kitaplık, bir bilgi merkezi değil; çoğu zaman prestij objesi. Tıpkı hiç kullanılmayan yemek takımları gibi… Gösteriş için var, hayatla ilişkisi kopmuş.
Bu bir kültür meselesi. Okumak bizde hâlâ bir “boş zaman” etkinliği olarak görülüyor. Oysa gelişmiş toplumlarda kitap okumak, hayatın temel ihtiyacı gibi görülür; tıpkı yemek yemek, yürümek, düşünmek gibi. Bizde ise kitap, çoğu zaman sınava hazırlık için alınır. Sınav biter, kitap da unutulur.
Kitaplardan uzaklaşmak, düşünmekten uzaklaşmaktır. Düşünmeyen toplumlar ise önce empati yeteneğini, sonra vicdanını yitirir. Kitaplar bizi sadece bilgilendirmez; başka hayatlara açar, ötekinin gözünden bakmayı öğretir.
Bir kitap, bir hayatı değiştirebilir. Ama o kitap o raftan inmedikçe, kimsenin kaderine dokunamaz. Tozlu raflarda kalan sadece kitaplar değil; aslında hayal gücümüz, eleştirel düşünme yetimiz ve zamanla insanlığımızdır.
Okumayı çocuklara erken yaşta bir zorunluluk olarak değil, bir merak olarak tanıtmalıyız. Kitapları not almak, altını çizmek, tartışmak, paylaşmak gerekir. Sessizce okunup kapatılan kitaplar değil, hayatımıza dokunan kitaplar bizi dönüştürür.
Ve belki en önemlisi: Kitap okumanın "karizma", "moda", "entelektüel görünmek" için değil, ruhu beslemek için olduğunu hatırlamalıyız. Çünkü raflarda unutulan her kitap, biraz da insanlığın kendini unutmasıdır.
Kitaplar sadece rafları değil, zihinleri de aydınlatmalı. Ve artık onları sadece dizmek değil, okumak zamanı.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Kitaplar raflarda, akıllar uykuda
Bir kitapçıya girdiğinizde her şey ilk bakışta umut verici görünüyor. Renk renk kapaklar, ışıl ışıl raflar, kahve kokusuna karışan sayfa sesi… Ama durun, biraz dikkatli bakınca fark ediyorsunuz: O kitapların çoğu hiç açılmamış, sayfaları el değmemiş. Yalnızca dekorun bir parçası hâline gelmişler. Bilgi değil, estetik nesne. Bilgelik değil, ambalaj.
Türkiye’de kitap okuma oranı yıllardır hep aynı acı gerçekle yüzleşiyor. Verilere göre kişi başına yılda düşen kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Oysa telefonlarımızı günde 200 kez kontrol ediyoruz. Kitaplara ayırmadığımız dikkati, sosyal medya bildirimlerine harcıyoruz.
Birçok evde en güzel kitaplar vitrinin arkasında, kapakları dışa dönük. O kitaplar okunmak için değil, “biz de kitap severiz” demek için oradalar. Kitaplık, bir bilgi merkezi değil; çoğu zaman prestij objesi. Tıpkı hiç kullanılmayan yemek takımları gibi… Gösteriş için var, hayatla ilişkisi kopmuş.
Bu bir kültür meselesi. Okumak bizde hâlâ bir “boş zaman” etkinliği olarak görülüyor. Oysa gelişmiş toplumlarda kitap okumak, hayatın temel ihtiyacı gibi görülür; tıpkı yemek yemek, yürümek, düşünmek gibi. Bizde ise kitap, çoğu zaman sınava hazırlık için alınır. Sınav biter, kitap da unutulur.
Kitaplardan uzaklaşmak, düşünmekten uzaklaşmaktır. Düşünmeyen toplumlar ise önce empati yeteneğini, sonra vicdanını yitirir. Kitaplar bizi sadece bilgilendirmez; başka hayatlara açar, ötekinin gözünden bakmayı öğretir.
Bir kitap, bir hayatı değiştirebilir. Ama o kitap o raftan inmedikçe, kimsenin kaderine dokunamaz. Tozlu raflarda kalan sadece kitaplar değil; aslında hayal gücümüz, eleştirel düşünme yetimiz ve zamanla insanlığımızdır.
Okumayı çocuklara erken yaşta bir zorunluluk olarak değil, bir merak olarak tanıtmalıyız. Kitapları not almak, altını çizmek, tartışmak, paylaşmak gerekir. Sessizce okunup kapatılan kitaplar değil, hayatımıza dokunan kitaplar bizi dönüştürür.
Ve belki en önemlisi: Kitap okumanın "karizma", "moda", "entelektüel görünmek" için değil, ruhu beslemek için olduğunu hatırlamalıyız. Çünkü raflarda unutulan her kitap, biraz da insanlığın kendini unutmasıdır.
Kitaplar sadece rafları değil, zihinleri de aydınlatmalı. Ve artık onları sadece dizmek değil, okumak zamanı.