Son yıllarda Türkiye ekonomisi, herkesin hayatını doğrudan etkileyen bir dizi zorlukla boğuşuyor. Enflasyonun yüksek seyri, işsizlik oranlarının artışı ve yükselen faizler, günlük hayatımızı daha da zorlaştırıyor. Bu tabloya bakarken, sadece rakamlarla değil, insanların yaşadığı sıkıntılarla da yüzleşmemiz gerekiyor. Çünkü ekonomi demek, insanların ekmeği demek, geleceğe dair umutları demek.
Ülkemizin ekonomik ve siyasi gündemi birbiriyle yakından bağlantılı hale geldi… Yabancı yatırımcıların Türkiye’den çıkışı hızlandı, iç piyasada da tedirginlik hakim oldu. Bu durum, ekonominin kırılgan yapısını daha da derinleştirdi.
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin önünde iki temel yol var: Ya devlet müdahaleciliğini artırarak kısa vadeli çözümlerle durumu idare etmeye devam edeceğiz ya da cesur yapısal reformlarla, ekonomik sistemi köklü şekilde iyileştirmeye çalışacağız. İkincisi elbette zorlu ve zaman isteyen bir süreç ama sürdürülebilirlik ve refah için tek gerçek seçenek.
Yapısal reformlardan kastım, sadece bütçe disiplinine odaklanmak değil. Hukukun üstünlüğü, demokratik standartların yükseltilmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve üretim odaklı ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu adımlar, hem iç hem dış yatırımcının Türkiye’ye güvenini artıracak, hem de halkın cebine yansıyacak somut faydalar sağlayacaktır.
Ancak reform süreci sadece ekonomiyle sınırlı kalmamalı. Demokrasi ile ekonomi birbirinden kopuk değil. Özellikle siyasi istikrarın ve demokratik standartların yükseltilmesi, yatırımcıların kararını doğrudan etkiliyor. Bir ülkede hukuk güvenliği ve ifade özgürlüğü sağlanmadığında, yatırımcı doğal olarak tereddüt eder. Bu yüzden siyasi gelişmeler ve ekonomik politikalar iç içe değerlendirilmelidir.
İçinde bulunduğumuz bu kritik dönemde, ben hepimizin daha bilinçli ve duyarlı olmasını diliyorum. Sadece eleştirmek yetmez, yapıcı önerilerle ve toplumsal dayanışmayla Türkiye’yi daha iyi bir noktaya taşımamız gerek. Çünkü bu ülke bizim, geleceğimiz de.
Ekonomik krizden çıkış yolu, ancak demokratik değerlerin güçlendirilmesi ve yapısal reformların cesaretle uygulanmasıyla mümkün. Eğer bizler bu dönüm noktasını doğru değerlendirirsek, önümüzde parlak bir Türkiye var. Yoksa günü kurtarmaya yönelik popülist politikalar, bizi daha da derin bir çıkmaza sürükler.
Unutmayalım ki, ekonomik refah ve demokrasi el ele gitmeli; biri olmadan diğerinin kalıcı olması mümkün değil. Bu nedenle, geleceğe umutla bakabilmek için bugün akılcı, cesur ve samimi adımlar atmalıyız.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Kritik Bir Kavşaktayız
Son yıllarda Türkiye ekonomisi, herkesin hayatını doğrudan etkileyen bir dizi zorlukla boğuşuyor. Enflasyonun yüksek seyri, işsizlik oranlarının artışı ve yükselen faizler, günlük hayatımızı daha da zorlaştırıyor. Bu tabloya bakarken, sadece rakamlarla değil, insanların yaşadığı sıkıntılarla da yüzleşmemiz gerekiyor. Çünkü ekonomi demek, insanların ekmeği demek, geleceğe dair umutları demek.
Ülkemizin ekonomik ve siyasi gündemi birbiriyle yakından bağlantılı hale geldi… Yabancı yatırımcıların Türkiye’den çıkışı hızlandı, iç piyasada da tedirginlik hakim oldu. Bu durum, ekonominin kırılgan yapısını daha da derinleştirdi.
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin önünde iki temel yol var: Ya devlet müdahaleciliğini artırarak kısa vadeli çözümlerle durumu idare etmeye devam edeceğiz ya da cesur yapısal reformlarla, ekonomik sistemi köklü şekilde iyileştirmeye çalışacağız. İkincisi elbette zorlu ve zaman isteyen bir süreç ama sürdürülebilirlik ve refah için tek gerçek seçenek.
Yapısal reformlardan kastım, sadece bütçe disiplinine odaklanmak değil. Hukukun üstünlüğü, demokratik standartların yükseltilmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve üretim odaklı ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu adımlar, hem iç hem dış yatırımcının Türkiye’ye güvenini artıracak, hem de halkın cebine yansıyacak somut faydalar sağlayacaktır.
Ancak reform süreci sadece ekonomiyle sınırlı kalmamalı. Demokrasi ile ekonomi birbirinden kopuk değil. Özellikle siyasi istikrarın ve demokratik standartların yükseltilmesi, yatırımcıların kararını doğrudan etkiliyor. Bir ülkede hukuk güvenliği ve ifade özgürlüğü sağlanmadığında, yatırımcı doğal olarak tereddüt eder. Bu yüzden siyasi gelişmeler ve ekonomik politikalar iç içe değerlendirilmelidir.
İçinde bulunduğumuz bu kritik dönemde, ben hepimizin daha bilinçli ve duyarlı olmasını diliyorum. Sadece eleştirmek yetmez, yapıcı önerilerle ve toplumsal dayanışmayla Türkiye’yi daha iyi bir noktaya taşımamız gerek. Çünkü bu ülke bizim, geleceğimiz de.
Ekonomik krizden çıkış yolu, ancak demokratik değerlerin güçlendirilmesi ve yapısal reformların cesaretle uygulanmasıyla mümkün. Eğer bizler bu dönüm noktasını doğru değerlendirirsek, önümüzde parlak bir Türkiye var. Yoksa günü kurtarmaya yönelik popülist politikalar, bizi daha da derin bir çıkmaza sürükler.
Unutmayalım ki, ekonomik refah ve demokrasi el ele gitmeli; biri olmadan diğerinin kalıcı olması mümkün değil. Bu nedenle, geleceğe umutla bakabilmek için bugün akılcı, cesur ve samimi adımlar atmalıyız.