Bu ülkede kadın olmak, günümüzün en tehlikeli şeylerinden biri. Üstelik tehlike ne karanlık sokaklarda başlıyor ne de tanımadığımız adamlarda. Tehlike, bazen bir evin içinde, bir evliliğin içinde, bazen bir sevgilinin bakışında başlıyor. Kadın cinayetleri artık sadece bir haber başlığı değil. Bu, hepimizin hikayesi. Kimimizin arkadaşı, kimimizin kardeşi, kimimizin içindeki “ben”...
Her gün yeni bir kadın cinayetiyle uyanıyoruz. Bir mesaj daha, bir haber daha: “Genç kadın eski sevgilisi tarafından öldürüldü.” “Eşinden boşanmak isteyen kadın bıçaklandı.” “Koruma kararı olmasına rağmen katledildi.” Artık bu haberler sıradanlaştı, insanlar başlıkları bile sonuna kadar okumuyor. Çünkü alıştık. İşte tam da bu yüzden ölüyoruz. Çünkü alıştık.
Oysa her biri bir yaşamdı. Hayali olan, sevdikleri olan, gülüşü olan bir kadındı. Şimdi hepsi bir istatistik. “Bu yıl şu kadar kadın öldürüldü” deniyor. Sanki bu sayılar birer insan değilmiş gibi. Sanki her biri hayattan zorla koparılmamış gibi.
Peki sonra ne oluyor? Sosyal medyada birkaç gün paylaşım, birkaç gün “hashtag” kampanyası... Sonra unutuluyor. Ta ki bir sonraki cinayete kadar.
Ama biz unutmuyoruz.
Biz, bir kadın daha eksilince içi titreyenler, korkanlar, isyan edenler…
Unutmuyoruz. Çünkü sıranın bize gelmeyeceğini kimse garanti edemez bu ülkede.
Şunu sormak istiyorum:
Neden bir kadının hayatta kalabilmesi, şans ya da tesadüf olmalı?
Neden bir kadın, “Ben ayrılmak istiyorum” dediğinde ölüm riskini göze almak zorunda?
Ve en acısı, neden bu sorulara hâlâ cevap alamıyoruz?
Kadın cinayetleri bir öfke krizi, bir anlık cinnet, bir “aşk” hikâyesi değildir. Bu cinayetler, sistemli bir erkek şiddetinin sonucudur. Bu, yıllardır büyütülen toksik erkekliğin, kadın bedenine ve ruhuna hükmetmeyi hak sanan zihniyetin ürünüdür. Kadınların ne giyeceğine, ne zaman güleceğine, kiminle konuşacağına karışan o görünmez baskılar, bir gün bir tokat olur, sonra bir tehdit…
Ve biz bunu durdurmak zorundayız.
Çünkü kadınlar ölmek istemiyor. Yaşamak istiyorlar. Sadece yaşamak. Korkmadan dışarı çıkmak, ayrılmak istedikleri kişiden ayrılabilmek, hayır dediklerinde öldürülmemek, “Ben istemiyorum” dediklerinde saygı görmek istiyorlar. Temel, en insani hak bu. Hayatta kalmak.
Bugün bu yazıyı yazarken yine bir kadın öldürüldü mü bilmiyorum. Ama içimde hep aynı korku var: “Yine biri gidecek...”
Ve o gidenin ardından yine sessizlik kalacak mı? Yoksa artık gerçekten bir şeyler değişecek mi?
Hepimiz bir gün bu sessizliğin parçası olmaktan utanacağız. Ya şimdi konuşuruz, ya da hep birlikte utanarak yaşarız.
Ben sustukça içim çürüyor.
O yüzden yazıyorum.
Ve biliyorum ki sesim yalnız değil.
Kadınlar yaşayacak. Çünkü susmayacağız.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Ne aşk ne öfke! Bu bir cinayet
Bu ülkede kadın olmak, günümüzün en tehlikeli şeylerinden biri. Üstelik tehlike ne karanlık sokaklarda başlıyor ne de tanımadığımız adamlarda. Tehlike, bazen bir evin içinde, bir evliliğin içinde, bazen bir sevgilinin bakışında başlıyor. Kadın cinayetleri artık sadece bir haber başlığı değil. Bu, hepimizin hikayesi. Kimimizin arkadaşı, kimimizin kardeşi, kimimizin içindeki “ben”...
Her gün yeni bir kadın cinayetiyle uyanıyoruz. Bir mesaj daha, bir haber daha: “Genç kadın eski sevgilisi tarafından öldürüldü.” “Eşinden boşanmak isteyen kadın bıçaklandı.” “Koruma kararı olmasına rağmen katledildi.” Artık bu haberler sıradanlaştı, insanlar başlıkları bile sonuna kadar okumuyor. Çünkü alıştık. İşte tam da bu yüzden ölüyoruz. Çünkü alıştık.
Oysa her biri bir yaşamdı. Hayali olan, sevdikleri olan, gülüşü olan bir kadındı. Şimdi hepsi bir istatistik. “Bu yıl şu kadar kadın öldürüldü” deniyor. Sanki bu sayılar birer insan değilmiş gibi. Sanki her biri hayattan zorla koparılmamış gibi.
Peki sonra ne oluyor? Sosyal medyada birkaç gün paylaşım, birkaç gün “hashtag” kampanyası... Sonra unutuluyor. Ta ki bir sonraki cinayete kadar.
Ama biz unutmuyoruz.
Biz, bir kadın daha eksilince içi titreyenler, korkanlar, isyan edenler…
Unutmuyoruz. Çünkü sıranın bize gelmeyeceğini kimse garanti edemez bu ülkede.
Şunu sormak istiyorum:
Neden bir kadının hayatta kalabilmesi, şans ya da tesadüf olmalı?
Neden bir kadın, “Ben ayrılmak istiyorum” dediğinde ölüm riskini göze almak zorunda?
Ve en acısı, neden bu sorulara hâlâ cevap alamıyoruz?
Kadın cinayetleri bir öfke krizi, bir anlık cinnet, bir “aşk” hikâyesi değildir. Bu cinayetler, sistemli bir erkek şiddetinin sonucudur. Bu, yıllardır büyütülen toksik erkekliğin, kadın bedenine ve ruhuna hükmetmeyi hak sanan zihniyetin ürünüdür. Kadınların ne giyeceğine, ne zaman güleceğine, kiminle konuşacağına karışan o görünmez baskılar, bir gün bir tokat olur, sonra bir tehdit…
Ve biz bunu durdurmak zorundayız.
Çünkü kadınlar ölmek istemiyor. Yaşamak istiyorlar. Sadece yaşamak. Korkmadan dışarı çıkmak, ayrılmak istedikleri kişiden ayrılabilmek, hayır dediklerinde öldürülmemek, “Ben istemiyorum” dediklerinde saygı görmek istiyorlar. Temel, en insani hak bu. Hayatta kalmak.
Bugün bu yazıyı yazarken yine bir kadın öldürüldü mü bilmiyorum. Ama içimde hep aynı korku var: “Yine biri gidecek...”
Ve o gidenin ardından yine sessizlik kalacak mı? Yoksa artık gerçekten bir şeyler değişecek mi?
Hepimiz bir gün bu sessizliğin parçası olmaktan utanacağız. Ya şimdi konuşuruz, ya da hep birlikte utanarak yaşarız.
Ben sustukça içim çürüyor.
O yüzden yazıyorum.
Ve biliyorum ki sesim yalnız değil.
Kadınlar yaşayacak. Çünkü susmayacağız.