Rant… Türkiye’de siyaset, ekonomi ve kentleşmenin en tartışmalı konularından biri. Bir kesim için “fırsat”, bir diğer kesim için ise “adaletsiz kazanç” anlamına geliyor. Özellikle büyükşehirlerde hızla yükselen konut projeleri, yeşil alanların azalması ve altyapı sorunları rant kavramını daha da ateşli bir hale getiriyor. Ancak asıl mesele şu: Rantın önceliği kime ait? Bu kazanç kimleri zenginleştirirken kimleri mağdur ediyor?
Rant meselesi, kentleşmenin doğal bir sonucu olarak görülebilir mi, yoksa siyasi ve ekonomik kararlarla yaratılan bir güç oyunu mu? Bu sorunun cevabı, aslında hangi tarafta durduğunuza bağlı. Örneğin, imar planlarında yapılan değişiklikler sonucu değeri katlanan araziler kimin hakkıdır? O bölgedeki halkın mı, büyük müteahhitlerin mi, yoksa devlete ait mi? İşin içine belediyeler, hükümet politikaları ve özel sektör girince, rant kavgası kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü rant sadece bir arazi meselesi değil, aynı zamanda güç ve ayrıcalık meselesidir. Peki, neden bir kişi veya grup, sadece bir imza veya kararname ile milyonlar kazanırken, halkın büyük kısmı kira artışlarıyla boğuşuyor? İşte burada adalet kavramı devreye giriyor.
“Rant Var, Ama Kime Yarıyor?”
Rant, her zaman kötü mü? Hayır, doğru şekilde yönetildiğinde, kentlerin gelişimi ve sosyal refah için bir fırsata dönüşebilir. Ancak rantın adil dağılıp dağılmadığı, onu kimlerin kullandığına bağlıdır. Eğer bir bölgedeki değer artışı, o bölgenin halkına ve yerel kalkınmaya katkı sağlıyorsa, rant olumlu bir ekonomik model haline gelebilir. Fakat, eğer yalnızca belli grupların zenginleştiği ve geniş kesimlerin dışlandığı bir yapı varsa, işte o zaman sosyal bir yara haline gelir.
Gelin, birkaç örnek üzerinden bakalım:
Turistik bölgelerdeki imar değişiklikleri: Halkın kullanımına açık alanlar özel işletmelere devredildiğinde kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Altın madeni, enerji santrali veya mega projeler: Çevresel ve ekonomik etkiler nasıl dengeleniyor?
Tüm bu sorular, rant meselesinin sadece ekonomik bir mesele olmadığını, aynı zamanda politik ve sosyal bir konu olduğunu gösteriyor.
Rantın kimlere hizmet ettiğini belirleyen en önemli unsur, kararları kimin aldığıdır. Eğer bu kararlar halkın çıkarlarını gözeten şeffaf mekanizmalarla şekilleniyorsa, o zaman rant sosyal bir faydaya dönüşebilir. Ancak, belli grupların lehine şekilleniyorsa, toplumun geniş kesimleri için büyük bir yük haline gelir. Asıl mesele, rantın kaçınılmaz olup olmadığı değil, nasıl yönetildiğidir. Öncelik halkın mı, yoksa sadece kazanan birkaç kişinin mi olacak? Bu tartışma bitmez, ama yön değiştirebilir. Adil bir sistem kurulduğunda, rant herkesin lehine işler. Aksi takdirde, yalnızca belirli kesimlerin kazandığı, toplumun ise giderek daha fazla dışlandığı bir düzen içinde yaşamaya devam ederiz.
Sorulması gereken soru şu: Biz bu rant kavgasında nerede duruyoruz?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Rant Meselesi: Öncelik Kime Ait?
Rant… Türkiye’de siyaset, ekonomi ve kentleşmenin en tartışmalı konularından biri. Bir kesim için “fırsat”, bir diğer kesim için ise “adaletsiz kazanç” anlamına geliyor. Özellikle büyükşehirlerde hızla yükselen konut projeleri, yeşil alanların azalması ve altyapı sorunları rant kavramını daha da ateşli bir hale getiriyor. Ancak asıl mesele şu: Rantın önceliği kime ait? Bu kazanç kimleri zenginleştirirken kimleri mağdur ediyor?
Rant meselesi, kentleşmenin doğal bir sonucu olarak görülebilir mi, yoksa siyasi ve ekonomik kararlarla yaratılan bir güç oyunu mu? Bu sorunun cevabı, aslında hangi tarafta durduğunuza bağlı. Örneğin, imar planlarında yapılan değişiklikler sonucu değeri katlanan araziler kimin hakkıdır? O bölgedeki halkın mı, büyük müteahhitlerin mi, yoksa devlete ait mi? İşin içine belediyeler, hükümet politikaları ve özel sektör girince, rant kavgası kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü rant sadece bir arazi meselesi değil, aynı zamanda güç ve ayrıcalık meselesidir. Peki, neden bir kişi veya grup, sadece bir imza veya kararname ile milyonlar kazanırken, halkın büyük kısmı kira artışlarıyla boğuşuyor? İşte burada adalet kavramı devreye giriyor.
“Rant Var, Ama Kime Yarıyor?”
Rant, her zaman kötü mü? Hayır, doğru şekilde yönetildiğinde, kentlerin gelişimi ve sosyal refah için bir fırsata dönüşebilir. Ancak rantın adil dağılıp dağılmadığı, onu kimlerin kullandığına bağlıdır. Eğer bir bölgedeki değer artışı, o bölgenin halkına ve yerel kalkınmaya katkı sağlıyorsa, rant olumlu bir ekonomik model haline gelebilir. Fakat, eğer yalnızca belli grupların zenginleştiği ve geniş kesimlerin dışlandığı bir yapı varsa, işte o zaman sosyal bir yara haline gelir.
Gelin, birkaç örnek üzerinden bakalım:
Turistik bölgelerdeki imar değişiklikleri: Halkın kullanımına açık alanlar özel işletmelere devredildiğinde kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Altın madeni, enerji santrali veya mega projeler: Çevresel ve ekonomik etkiler nasıl dengeleniyor?
Tüm bu sorular, rant meselesinin sadece ekonomik bir mesele olmadığını, aynı zamanda politik ve sosyal bir konu olduğunu gösteriyor.
Rantın kimlere hizmet ettiğini belirleyen en önemli unsur, kararları kimin aldığıdır. Eğer bu kararlar halkın çıkarlarını gözeten şeffaf mekanizmalarla şekilleniyorsa, o zaman rant sosyal bir faydaya dönüşebilir. Ancak, belli grupların lehine şekilleniyorsa, toplumun geniş kesimleri için büyük bir yük haline gelir. Asıl mesele, rantın kaçınılmaz olup olmadığı değil, nasıl yönetildiğidir. Öncelik halkın mı, yoksa sadece kazanan birkaç kişinin mi olacak? Bu tartışma bitmez, ama yön değiştirebilir. Adil bir sistem kurulduğunda, rant herkesin lehine işler. Aksi takdirde, yalnızca belirli kesimlerin kazandığı, toplumun ise giderek daha fazla dışlandığı bir düzen içinde yaşamaya devam ederiz.
Sorulması gereken soru şu: Biz bu rant kavgasında nerede duruyoruz?