Bir çocuğun gülüşü, dünyanın en masum melodisidir. Ama bugün, o melodiler fabrikaların gürültüsüyle boğuluyor; tarlaların tozunda kayboluyor. Türkiye’nin dört bir yanında, küçük bedenler ağır yükler altında eziliyor, hayallerini işin karanlık köşelerine bırakıyor. Çocuk işçi ölümleri, sadece istatistiklerle ifade edilebilecek bir acı değil; kaybolan umutların, hırsın ve göz ardı edilen vicdanın hikâyesidir.
16 yaşında bir çocuk, tuğla fabrikasında ısınmak için yaktığı tenekeye tiner döktüğü sırada yaşanan patlamada yaralandı ve daha sonrasında yaşamını yitirdi… Artık geriye sadece kül olmuş hayaller ve derin bir sessizlik kaldı. Bu yalnızca bir örnek değil; her gün, farklı şehirlerde, farklı sebeplerle çocuklar ölmekte, sakat kalmakta, hayatları boyunca acıyı omuzlamak zorunda bırakılmaktadır.
Çocuk işçiliği, sadece ekonomik bir problem değil; bir insanlık sınavıdır. Bir toplumun kendi değerlerini ve vicdanını ölçtüğü bir ölçüdür. Her kayıp çocuk, bizim sorumluluğumuzun ağır bir hatırlatıcısıdır. Onların sesi, sokaklarda, atölyelerde, tarlalarda yükselmeye çalışıyor ama çoğu zaman duyulmuyor… Adalet, görmezden gelmekle sağlanmaz; vicdan, sessiz kalmakla dinmez.
Çözüm, yalnızca cezalar ya da denetimlerle sınırlı olamaz. Eğitim hakkı güvence altına alınmalı, aileler ekonomik olarak desteklenmeli ve çocukların çalışmak zorunda kalmaması için toplumsal yapılar güçlendirilmelidir. Sosyal politikaların yetersizliği, denetimsizlik ve ekonomik eşitsizlik, bu trajediyi besleyen karanlık gölgelerdir. Çocuklar, önce bir insan olarak korunmalı; hakları, hayalleri ve geleceği güvenceye alınmalıdır.
Her kayıp çocuk sadece bir istatistik değildir. O kayıp bir hayat, kaybolmuş bir umut, susturulmuş bir çığlıktır. Ve bir toplum, kendi geleceğine sahip çıkmak istiyorsa, önce çocuklarına sahip çıkmak zorundadır. Çünkü çocukluk bir lüks değil, bir haktır. Her çocuğun oynama, öğrenme, gülme ve hayal kurma hakkı vardır.
Ve son olarak, unutmamalıyız: Bir çocuğun ölümü, sadece bir aileyi değil, hepimizi kaybettirir. Sessiz feryatları duymazlıktan gelmek, insanlığın kendi vicdanına vurduğu bir tokattır. Eğer bir gün, gözlerimiz açılır ve bu acıyı durduracak adımları atmazsak, kayıp çocukların çığlıkları sadece bizden geriye kalan sessizlikte yankılanacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Sessiz feryatların hikâyesi…
Bir çocuğun gülüşü, dünyanın en masum melodisidir. Ama bugün, o melodiler fabrikaların gürültüsüyle boğuluyor; tarlaların tozunda kayboluyor. Türkiye’nin dört bir yanında, küçük bedenler ağır yükler altında eziliyor, hayallerini işin karanlık köşelerine bırakıyor. Çocuk işçi ölümleri, sadece istatistiklerle ifade edilebilecek bir acı değil; kaybolan umutların, hırsın ve göz ardı edilen vicdanın hikâyesidir.
16 yaşında bir çocuk, tuğla fabrikasında ısınmak için yaktığı tenekeye tiner döktüğü sırada yaşanan patlamada yaralandı ve daha sonrasında yaşamını yitirdi… Artık geriye sadece kül olmuş hayaller ve derin bir sessizlik kaldı. Bu yalnızca bir örnek değil; her gün, farklı şehirlerde, farklı sebeplerle çocuklar ölmekte, sakat kalmakta, hayatları boyunca acıyı omuzlamak zorunda bırakılmaktadır.
Çocuk işçiliği, sadece ekonomik bir problem değil; bir insanlık sınavıdır. Bir toplumun kendi değerlerini ve vicdanını ölçtüğü bir ölçüdür. Her kayıp çocuk, bizim sorumluluğumuzun ağır bir hatırlatıcısıdır. Onların sesi, sokaklarda, atölyelerde, tarlalarda yükselmeye çalışıyor ama çoğu zaman duyulmuyor… Adalet, görmezden gelmekle sağlanmaz; vicdan, sessiz kalmakla dinmez.
Çözüm, yalnızca cezalar ya da denetimlerle sınırlı olamaz. Eğitim hakkı güvence altına alınmalı, aileler ekonomik olarak desteklenmeli ve çocukların çalışmak zorunda kalmaması için toplumsal yapılar güçlendirilmelidir. Sosyal politikaların yetersizliği, denetimsizlik ve ekonomik eşitsizlik, bu trajediyi besleyen karanlık gölgelerdir. Çocuklar, önce bir insan olarak korunmalı; hakları, hayalleri ve geleceği güvenceye alınmalıdır.
Her kayıp çocuk sadece bir istatistik değildir. O kayıp bir hayat, kaybolmuş bir umut, susturulmuş bir çığlıktır. Ve bir toplum, kendi geleceğine sahip çıkmak istiyorsa, önce çocuklarına sahip çıkmak zorundadır. Çünkü çocukluk bir lüks değil, bir haktır. Her çocuğun oynama, öğrenme, gülme ve hayal kurma hakkı vardır.
Ve son olarak, unutmamalıyız: Bir çocuğun ölümü, sadece bir aileyi değil, hepimizi kaybettirir. Sessiz feryatları duymazlıktan gelmek, insanlığın kendi vicdanına vurduğu bir tokattır. Eğer bir gün, gözlerimiz açılır ve bu acıyı durduracak adımları atmazsak, kayıp çocukların çığlıkları sadece bizden geriye kalan sessizlikte yankılanacaktır.