Her gün binlerce sesin arasından geçiyoruz. Korna sesleri, telefon bildirimleri, aceleyle konuşan insanlar, bir türlü susmak bilmeyen sosyal medya... Sanki çağımızın en büyük korkusu sessizlik olmuş gibi. Oysa belki de en çok ona ihtiyacımız var: Sessizliğe.
Bir zamanlar insanlar kuş sesleriyle uyanır, akşamları yalnızca kitapların ve sohbetlerin sesi olurdu evlerde. Şimdi ise her an bir ekranın ışığına, bir bildirim sesiyle bölünmeye mahkûmuz. Hatta öyle ki, sessiz kaldığımızda “bir şeyler eksikmiş” gibi hissediyoruz. Ne acı...
Yürürken dikkat ettim: Kulaklık takmayan neredeyse kimse yoktu. Otobüste, kafede, parkta… İnsanlar sadece birbirinden değil, kendi iç seslerinden de kaçıyor gibiydi. Oysa sessizlik, sadece gürültünün yokluğu değildir. Sessizlik, düşüncenin, farkındalığın ve hatta iyileşmenin zemini olabilir.
Ne zaman ki iç sesimizi duymayı unuttuk, o zaman yönümüzü de kaybetmeye başladık. Gürültü içinde savrulurken kendi kalbimizin sesini, vicdanımızın uyarılarını, hatta hayal kurma yetimizi bile bastırdık.
Çocuklara bakıyorum mesela. Eskiden ağaçlara tırmanır, bisiklet sürer, sokakta misket oynarlardı. Şimdi ise ellerinde tablet, kulaklarında kulaklık… Kendi gürültülerine doğuyor yeni nesil. Sessizliği tanımıyorlar. Hâlbuki en derin yaratıcılık, en güçlü farkındalık sessizlikten doğar.
Toplumsal olarak da “çok konuşan, çok görünür olan” değerliymiş gibi sunuluyor. Ama bir düşünün: Gerçek bilgeler sessizdir, gerçek derinlik yüksek sesle bağırmaz. Biz sustukça kendimizi duyarız. Biz sustukça dünyayı anlarız.
Belki de artık sessizliğe alan açma zamanı. Telefona değil gökyüzüne bakma zamanı. Müzik yerine kuş sesi dinleme zamanı. Belki artık kelimelerin değil, durmanın da bir anlamı olduğunu hatırlama zamanı.
Kendimize şu soruyu sormanın tam zamanı:
Gürültünün içinde neyi bastırıyoruz? Ve sessiz kaldığımızda neyle karşılaşacağız?
Unutmayalım: Sessizlik kaçış değil, dönüş yoludur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe YILDIRIM
Sustukça duyarız
Her gün binlerce sesin arasından geçiyoruz. Korna sesleri, telefon bildirimleri, aceleyle konuşan insanlar, bir türlü susmak bilmeyen sosyal medya... Sanki çağımızın en büyük korkusu sessizlik olmuş gibi. Oysa belki de en çok ona ihtiyacımız var: Sessizliğe.
Bir zamanlar insanlar kuş sesleriyle uyanır, akşamları yalnızca kitapların ve sohbetlerin sesi olurdu evlerde. Şimdi ise her an bir ekranın ışığına, bir bildirim sesiyle bölünmeye mahkûmuz. Hatta öyle ki, sessiz kaldığımızda “bir şeyler eksikmiş” gibi hissediyoruz. Ne acı...
Yürürken dikkat ettim: Kulaklık takmayan neredeyse kimse yoktu. Otobüste, kafede, parkta… İnsanlar sadece birbirinden değil, kendi iç seslerinden de kaçıyor gibiydi. Oysa sessizlik, sadece gürültünün yokluğu değildir. Sessizlik, düşüncenin, farkındalığın ve hatta iyileşmenin zemini olabilir.
Ne zaman ki iç sesimizi duymayı unuttuk, o zaman yönümüzü de kaybetmeye başladık. Gürültü içinde savrulurken kendi kalbimizin sesini, vicdanımızın uyarılarını, hatta hayal kurma yetimizi bile bastırdık.
Çocuklara bakıyorum mesela. Eskiden ağaçlara tırmanır, bisiklet sürer, sokakta misket oynarlardı. Şimdi ise ellerinde tablet, kulaklarında kulaklık… Kendi gürültülerine doğuyor yeni nesil. Sessizliği tanımıyorlar. Hâlbuki en derin yaratıcılık, en güçlü farkındalık sessizlikten doğar.
Toplumsal olarak da “çok konuşan, çok görünür olan” değerliymiş gibi sunuluyor. Ama bir düşünün: Gerçek bilgeler sessizdir, gerçek derinlik yüksek sesle bağırmaz. Biz sustukça kendimizi duyarız. Biz sustukça dünyayı anlarız.
Belki de artık sessizliğe alan açma zamanı. Telefona değil gökyüzüne bakma zamanı. Müzik yerine kuş sesi dinleme zamanı. Belki artık kelimelerin değil, durmanın da bir anlamı olduğunu hatırlama zamanı.
Kendimize şu soruyu sormanın tam zamanı:
Gürültünün içinde neyi bastırıyoruz? Ve sessiz kaldığımızda neyle karşılaşacağız?
Unutmayalım: Sessizlik kaçış değil, dönüş yoludur.