Uzun bir sessizlik… Toprak, aylarca, bazen yıllarca hiç kıpırdamıyor. İnsan zihni de böyle zamanlarda unutmaya yatkın. “Geçti gitti” diye düşünüyoruz. Oysa bu coğrafyada “geçmek” yok, sadece “ertelemek” var.
Ve bir gün yine oluyor.
Gece vakti uykudan uyandıran o sarsıntı… Alışıldık bir panikle ışıklara, telefonlara, sosyal medyaya sarılıyoruz. İlk refleks hep aynı: “Yine mi?” Sonrası, artçılar, kısa haberler, korkuyla geçirilen saatler ve sonra yine bir alışma süreci.
Biz aslında her defasında yeniden öğreniyoruz: Deprem, bu toprakların susmayan fısıltısı. O yüzden “depremle yaşamak” diyoruz ya hep, belki de kastettiğimiz şey, hatırlamak. Hazırlıklı olmak değil sadece, unutmamak.
Ama dürüst olalım; unutarak yaşıyoruz. Kolonları kesilmiş binalarda, kaçış planı olmayan evlerde, acil çantası hazırlanmamış dolapların arasında… Depremi konuşmak için sarsılmayı bekliyoruz. Sanki başka bir kentin sorunuymuş gibi bakıyoruz. Oysa fay hatları şehir sınırı tanımıyor.
Deprem, yalnızca jeolojik bir hareket değil; aynı zamanda toplumsal bir sınav. Her sallantı, bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Ne kadar dinliyoruz? Deprem olduktan sonra “geçmiş olsun”lar yetmiyor artık. Öncesinde yapılması gereken çok şey var.
Unutmayalım ki Japonya depreme direnerek değil, ona uyum sağlayarak ayakta kalıyor. Bilimle, eğitimle, planlamayla… Biz de yapabiliriz. Kentsel dönüşüm sadece binalarla değil, zihinlerle de başlamalı.
Depremle yaşamak, onun ne zaman geleceğini beklemek değil; her an gelebileceğini bilerek yaşamak. İşte bu farkındalık, hem bireysel hem toplumsal anlamda bizi güçlü kılar. Çünkü hazırlıklı bir toplum, enkazın altında değil, geleceğin temelinde olur.
Şimdi yine kısa bir sessizlik olacak. Ama bu defa sessizliğe aldanmamak gerek.
Toprak bazen dinlenir ama unutmaz.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Azize Yüksel
Başlıksız bir gerçek: Depremle yaşamak
Uzun bir sessizlik… Toprak, aylarca, bazen yıllarca hiç kıpırdamıyor. İnsan zihni de böyle zamanlarda unutmaya yatkın. “Geçti gitti” diye düşünüyoruz. Oysa bu coğrafyada “geçmek” yok, sadece “ertelemek” var.
Ve bir gün yine oluyor.
Gece vakti uykudan uyandıran o sarsıntı… Alışıldık bir panikle ışıklara, telefonlara, sosyal medyaya sarılıyoruz. İlk refleks hep aynı: “Yine mi?” Sonrası, artçılar, kısa haberler, korkuyla geçirilen saatler ve sonra yine bir alışma süreci.
Biz aslında her defasında yeniden öğreniyoruz: Deprem, bu toprakların susmayan fısıltısı. O yüzden “depremle yaşamak” diyoruz ya hep, belki de kastettiğimiz şey, hatırlamak. Hazırlıklı olmak değil sadece, unutmamak.
Ama dürüst olalım; unutarak yaşıyoruz. Kolonları kesilmiş binalarda, kaçış planı olmayan evlerde, acil çantası hazırlanmamış dolapların arasında… Depremi konuşmak için sarsılmayı bekliyoruz. Sanki başka bir kentin sorunuymuş gibi bakıyoruz. Oysa fay hatları şehir sınırı tanımıyor.
Deprem, yalnızca jeolojik bir hareket değil; aynı zamanda toplumsal bir sınav. Her sallantı, bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Ne kadar dinliyoruz? Deprem olduktan sonra “geçmiş olsun”lar yetmiyor artık. Öncesinde yapılması gereken çok şey var.
Unutmayalım ki Japonya depreme direnerek değil, ona uyum sağlayarak ayakta kalıyor. Bilimle, eğitimle, planlamayla… Biz de yapabiliriz. Kentsel dönüşüm sadece binalarla değil, zihinlerle de başlamalı.
Depremle yaşamak, onun ne zaman geleceğini beklemek değil; her an gelebileceğini bilerek yaşamak. İşte bu farkındalık, hem bireysel hem toplumsal anlamda bizi güçlü kılar. Çünkü hazırlıklı bir toplum, enkazın altında değil, geleceğin temelinde olur.
Şimdi yine kısa bir sessizlik olacak. Ama bu defa sessizliğe aldanmamak gerek.
Toprak bazen dinlenir ama unutmaz.