Bir çocuğun dünyayı ilk tanıdığı yer, bir ekran olmamalı.
Ama bugün ne yazık ki öyle.
Bebek arabasında giderken gökyüzüne bakması, ağaçların arasından süzülen rüzgârı hissetmesi, kuşların sesini ayırt etmeyi öğrenmesi gereken çocuklar; başları öne eğik, parmakları ekran üzerinde kayarak büyüyor. Sokakta koşması, düşmesi, dizini kanatması, arkadaşlarıyla kavga edip barışması gereken çocuklar; sessiz, hareketsiz ve yalnız bir dijital dünyanın içine hapsediliyor.
Anne babalar olarak çoğu zaman “oyalansın” diye uzattığımız bir telefon, aslında çocuğun hayatından çaldığımız zamandır.
Ekran bağımlılığı, sanıldığı gibi sadece uzun süre tablet izlemekten ibaret değil. Bu alışkanlık, çocuğun dil gelişimini yavaşlatıyor, dikkat süresini kısaltıyor, hayal gücünü köreltiyor. En tehlikelisi ise duygusal bağ kurma becerisini zayıflatıyor. Göz teması kurmayan, karşısındaki insanın mimiklerini okumayı öğrenemeyen bir çocuk, ileride empati kurmakta zorlanıyor.
Daha da düşündürücü olan şu:
Çocuklar ekrana değil, aslında bize bakmak istiyor.
Onlarla konuşmamızı, oyun oynamamızı, dinlememizi bekliyorlar. Ama biz çoğu zaman kendi telefonlarımızla meşgulüz. Çocuk suskunlaştıkça “ne uslu çocuk” diyoruz. Oysa o çocuk suskun değil; vazgeçmiş oluyor.
Evde oyun kurmayı bilmeyen, sokakta arkadaşlık yapmayı tanımayan bir nesil büyüyor. Dijital dünyada çok hızlılar ama gerçek hayatta çok yalnızlar. Oyun parkında salıncağa değil, bankta oturup telefona bakan çocuklar görüyorsak; burada sadece çocukların değil, yetişkinlerin de durup düşünmesi gerekiyor.
Ekranlar tamamen yasaklanmalı mı?
Elbette hayır.
Ama kontrolsüz, sınırsız ve amaçsız kullanım; çocuğun gelişiminde onarılması zor izler bırakıyor. Çocuk, tabletle değil; toprakla, kalemle, top ile, hikâye ile büyümeli. Yaşıtlarıyla göz göze gelerek gülmeli, annesinin ses tonunu, babasının sabrını tanımalı.
Unutmayalım:
Bir çocuğun hafızasında en kalıcı iz, izlediği videolar değil; birlikte geçirilen zamandır.
Bugün ekranı elinden aldığımızda ağlayan çocuklar olabilir. Ama yarın, ilgisizlikten ağlayan yetişkinler olmasın diye, bugün sorumluluk almak zorundayız. Çünkü çocukluk, bir daha geri gelmiyor. Ve hiçbir ekran, gerçek bir çocukluğun yerini tutmuyor.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Azize Yüksel
Ekran ışığı altında büyüyen çocuklar ...
Bir çocuğun dünyayı ilk tanıdığı yer, bir ekran olmamalı.
Ama bugün ne yazık ki öyle.
Bebek arabasında giderken gökyüzüne bakması, ağaçların arasından süzülen rüzgârı hissetmesi, kuşların sesini ayırt etmeyi öğrenmesi gereken çocuklar; başları öne eğik, parmakları ekran üzerinde kayarak büyüyor. Sokakta koşması, düşmesi, dizini kanatması, arkadaşlarıyla kavga edip barışması gereken çocuklar; sessiz, hareketsiz ve yalnız bir dijital dünyanın içine hapsediliyor.
Anne babalar olarak çoğu zaman “oyalansın” diye uzattığımız bir telefon, aslında çocuğun hayatından çaldığımız zamandır.
Ekran bağımlılığı, sanıldığı gibi sadece uzun süre tablet izlemekten ibaret değil. Bu alışkanlık, çocuğun dil gelişimini yavaşlatıyor, dikkat süresini kısaltıyor, hayal gücünü köreltiyor. En tehlikelisi ise duygusal bağ kurma becerisini zayıflatıyor. Göz teması kurmayan, karşısındaki insanın mimiklerini okumayı öğrenemeyen bir çocuk, ileride empati kurmakta zorlanıyor.
Daha da düşündürücü olan şu:
Çocuklar ekrana değil, aslında bize bakmak istiyor.
Onlarla konuşmamızı, oyun oynamamızı, dinlememizi bekliyorlar. Ama biz çoğu zaman kendi telefonlarımızla meşgulüz. Çocuk suskunlaştıkça “ne uslu çocuk” diyoruz. Oysa o çocuk suskun değil; vazgeçmiş oluyor.
Evde oyun kurmayı bilmeyen, sokakta arkadaşlık yapmayı tanımayan bir nesil büyüyor. Dijital dünyada çok hızlılar ama gerçek hayatta çok yalnızlar. Oyun parkında salıncağa değil, bankta oturup telefona bakan çocuklar görüyorsak; burada sadece çocukların değil, yetişkinlerin de durup düşünmesi gerekiyor.
Ekranlar tamamen yasaklanmalı mı?
Elbette hayır.
Ama kontrolsüz, sınırsız ve amaçsız kullanım; çocuğun gelişiminde onarılması zor izler bırakıyor. Çocuk, tabletle değil; toprakla, kalemle, top ile, hikâye ile büyümeli. Yaşıtlarıyla göz göze gelerek gülmeli, annesinin ses tonunu, babasının sabrını tanımalı.
Unutmayalım:
Bir çocuğun hafızasında en kalıcı iz, izlediği videolar değil; birlikte geçirilen zamandır.
Bugün ekranı elinden aldığımızda ağlayan çocuklar olabilir. Ama yarın, ilgisizlikten ağlayan yetişkinler olmasın diye, bugün sorumluluk almak zorundayız. Çünkü çocukluk, bir daha geri gelmiyor. Ve hiçbir ekran, gerçek bir çocukluğun yerini tutmuyor.