Son yıllarda eğitim politikalarında sıkça duyduğumuz iki kelime var: “Yerli ve milli.” Dile pelesenk olmuş bu kavramlar, eğitim sistemine de sirayet etti. Kitaplardan müfredata, öğretmen eğitiminden sınav sistemine kadar birçok alanda “yerli ve milli” olma vurgusu yapılıyor. Peki bu söylem gerçekten içi dolu bir dönüşümün işareti mi, yoksa sadece kulağa hoş gelen bir slogan mı?
Eğitim, bir milletin hafızasıdır. Dilinden tarihine, sanatından bilimine kadar her şey önce okul sıralarında yerleşir çocukların zihinlerine. Bu nedenle yerli ve milli bir eğitim elbette gereklidir. Ancak bu, sadece ders kitaplarına birkaç kahramanlık hikâyesi eklemekle ya da müfredatta “millî değerler” başlığı açmakla olmaz.
Gerçek anlamda yerli ve milli bir eğitimden bahsedeceksek, önce kendi pedagojimizi, kendi kültür kodlarımızı ve kendi toplumsal gerçekliğimizi anlamalıyız. Yabancı sistemlerin birebir kopyalandığı, Batı merkezli başarı kriterlerinin peşinden koşulan bir düzenin adı “yerli” ya da “milli” olamaz.
Bir çocuğun okuduğu masal kitabından, izlediği belgesel içeriğe; öğretmeninin kullandığı örneklerden, okulun duvarındaki afişlere kadar her şey bu ruhu taşımalı. Ama aynı zamanda dünya ile entegre olmalı, evrensel değerlere de açık olmalı. Çünkü kendi kimliğini bilmeyen bir birey, dünyada da söz sahibi olamaz. Tıpkı geçmişte medeniyetin öncüsü olan ecdadımız gibi; biz de hem kendi köklerimize sadık kalmalı hem de çağın ihtiyaçlarını gözetmeliyiz.
Yerli ve milli eğitim, çocuklara sadece tarihini öğretmek değil; düşünmeyi, üretmeyi, merak etmeyi, sorgulamayı da öğretmektir. Ve belki de en önemlisi, onlara özgüven kazandırmaktır. Çünkü ancak kendine güvenen bir birey, kendi milletine hizmet eder.
Kısacası, “yerli ve milli eğitim” bir tabeladan ibaret olmamalı. İçini doldurmadığımız sürece bu kavram, sadece süslü bir kavram olarak kalmaya devam eder. Oysa biz çocuklarımızın zihnini doldurmak istiyoruz, tabelaları değil.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Azize Yüksel
Yerli ve Milli Eğitim: Slogan mı, Gerçek mi?
Son yıllarda eğitim politikalarında sıkça duyduğumuz iki kelime var: “Yerli ve milli.” Dile pelesenk olmuş bu kavramlar, eğitim sistemine de sirayet etti. Kitaplardan müfredata, öğretmen eğitiminden sınav sistemine kadar birçok alanda “yerli ve milli” olma vurgusu yapılıyor. Peki bu söylem gerçekten içi dolu bir dönüşümün işareti mi, yoksa sadece kulağa hoş gelen bir slogan mı?
Eğitim, bir milletin hafızasıdır. Dilinden tarihine, sanatından bilimine kadar her şey önce okul sıralarında yerleşir çocukların zihinlerine. Bu nedenle yerli ve milli bir eğitim elbette gereklidir. Ancak bu, sadece ders kitaplarına birkaç kahramanlık hikâyesi eklemekle ya da müfredatta “millî değerler” başlığı açmakla olmaz.
Gerçek anlamda yerli ve milli bir eğitimden bahsedeceksek, önce kendi pedagojimizi, kendi kültür kodlarımızı ve kendi toplumsal gerçekliğimizi anlamalıyız. Yabancı sistemlerin birebir kopyalandığı, Batı merkezli başarı kriterlerinin peşinden koşulan bir düzenin adı “yerli” ya da “milli” olamaz.
Bir çocuğun okuduğu masal kitabından, izlediği belgesel içeriğe; öğretmeninin kullandığı örneklerden, okulun duvarındaki afişlere kadar her şey bu ruhu taşımalı. Ama aynı zamanda dünya ile entegre olmalı, evrensel değerlere de açık olmalı. Çünkü kendi kimliğini bilmeyen bir birey, dünyada da söz sahibi olamaz. Tıpkı geçmişte medeniyetin öncüsü olan ecdadımız gibi; biz de hem kendi köklerimize sadık kalmalı hem de çağın ihtiyaçlarını gözetmeliyiz.
Yerli ve milli eğitim, çocuklara sadece tarihini öğretmek değil; düşünmeyi, üretmeyi, merak etmeyi, sorgulamayı da öğretmektir. Ve belki de en önemlisi, onlara özgüven kazandırmaktır. Çünkü ancak kendine güvenen bir birey, kendi milletine hizmet eder.
Kısacası, “yerli ve milli eğitim” bir tabeladan ibaret olmamalı. İçini doldurmadığımız sürece bu kavram, sadece süslü bir kavram olarak kalmaya devam eder. Oysa biz çocuklarımızın zihnini doldurmak istiyoruz, tabelaları değil.