SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

İnancın Tembelliği ve Emekle Kazanılan Dindarlık..

Yazının Giriş Tarihi: 27.10.2025 10:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.10.2025 10:42

Emekli olunca namaza başlayacak, evini barkını kuracak, çocuklarını evlendirecek, sonra da hacca gidecek… Bu plan, bizim memleketin en tanıdık hayat taslağıdır. Sanki din, hayatın sonuna ertelenmiş bir vazife; ibadet, emekliliğin boş zaman uğraşıymış gibi. İnsan, ömrü boyunca dünyalık için ter döküp, sonunda ahireti bir “emeklilik hobisi” olarak hatırlamaya başlar. Din, gençliğin enerjisine değil, yaşlılığın yorgunluğuna bırakılır; oysa inanç, taze bir zihinle yeşerir, alışkanlıkla değil farkındalıkla kök salar.

Böyle bir anlayışın doğal sonucu, dinle geç tanışan bir neslin yüzeysel dindarlığıdır. Cami avlusunda yapılan dedikodular, sohbet meclislerinde dolaşan kerameti bol hikâyeler, bir tür ruhsal eğlenceye dönüşür. Din artık tefekkürün değil, tekrarlanan anlatıların alanıdır. İnsanın Allah ile ilişkisi, şeyhler, hocalar, cemaatler aracılığıyla pazarlanır. “Falanca tarikata girdim”, “filanca şeyhin elini öptüm” sözleri, iman göstergesi sanılır. Oysa inanç, aidiyetin değil, bilincin işidir. Tarikata intisab eden, çoğu zaman düşünmeyi bir kenara bırakır; zira artık ona neyi nasıl düşüneceğini söyleyen bir “rehber” vardır. Sorgulamak, edepsizlik; merak etmek, itaatsizlik sayılır. Böylece akıl, ibadet kadar kutsal olması gereken bir güçken, susturulur.

Birçok insan, şeyhinin bir bakışıyla cennete gideceğine inanır. Bir nazarla günah silinir, bir dokunuşla makbul olunur. Bu tür inançlar, peygamberlerin bile sahip olmadığı bir kudreti insanlara yükler. Oysa peygamberler bile sevdiklerini hidayete erdirememiştir. Hz. Nuh’un oğlu, Hz. İbrahim’in babası, Hz. Lut’un eşi, Hz. Muhammed’in amcası… Hiçbiri iman nimetine zorla erişememiştir. Bu kadar açık örnekler varken, bir şeyhin elini öpmekle kurtuluş beklemek, aslında iman kolaycılığıdır. Kimi zaman bu kolaycılık öyle içimize işlemiştir ki, ibadetin özü olan çaba yerini “himmet” beklentisine bırakır. Din, bir gayret meselesiyken, biz onu bir tembellik aracına dönüştürürüz.

İnsanın dünyada emeği ne kadar kıymetliyse, ahirette de aynı ölçü geçerlidir. Emek vermeden karşılık beklemek, hem dünyada hem dinde adaletsizliğin en yalın biçimidir. Emekli maaşı, yılların birikimiyle hak edilir; fakat ahiret ödülünü başkasının duasına, şeyhinin tebessümüne bağlamak, kendi iradesinden kaçmaktır. Böyle bir dindarlık, aslında kendi sorumluluğundan korkan insanın inanç kılığına bürünmüş tembelliğidir.

Dinin özü, başkalarının kutsiyetinde değil, insanın kendi içindeki arayışta saklıdır. Allah’ı hoşnut etmenin yolu, şeyhi memnun etmekten geçmez. Tanrısal olanı insana indirgemek, inancın en sinsi biçimde dünyevileşmesidir. Şeyhini övmekle Allah’ı övdüğünü sanan kişi, farkında olmadan putperestliğin en rafine haline kapılmış olur. Oysa tevhid, sadece bir söz değil, bir tavırdır: hiçbir aracıya, hiçbir lidere, hiçbir kişiliğe teslim olmadan doğrudan Allah’a yönelmek.

Din, bir geleneğe dâhil olmakla değil, o geleneği anlamakla derinleşir. Fakat biz, anlamaktan çok ait olmayı seviyoruz. Çünkü anlamak emek ister; ait olmaksa sadece imza atmak kadar kolaydır. Emek verilmeden kazanılan dindarlık, emek verilmeden alınan maaş gibidir: geçici bir rahatlık, uzun bir aldanış. İman, insanın kendi eliyle yoğurduğu bir değerdir. Başkalarının ellerine bıraktığında, şekli kalır ama ruhu kaybolur.

Belki de asıl sorun, dini bir kurtuluş reçetesi olarak değil, bir kimlik kartı olarak taşımamızda. “Ben şu tarikattayım”, “bu hocayı dinlerim” demek, modern bir aidiyet ifadesi haline gelmiştir. Fakat kimliğin gösterişi, inancın derinliğini ölçmez. İbadet, kimsenin gözü önünde değil, insanın kendi kalbinde şekillenir. Allah, kalbe bakar; oysa biz hâlâ ellerin öpülüşüne, başların eğilişine bakıyoruz.

Gerçek dindarlık, ertelemeyen dindarlıktır. Emekliliğe, yaşlılığa, müsait zamana bırakılmayan bir farkındalık. Çünkü iman bir tören değil, bir uyanıştır. Ne zaman ki insan Allah’la arasına aracı koymadan konuşmayı, kendi emek ve bilinciyle inanmayı öğrenir; işte o zaman din, hakiki anlamına kavuşur. Aksi halde, şeyhlerin gölgesinde yaşanan bir ömür, sadece başkasının hikâyesinde figüran olmaktır. Cennet, başkasının bakışıyla değil, kendi emeğinle kazanılır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.