İnsanoğlu, hakikati arayan bir varlıktır; ama çoğu zaman onu bulmaktan ziyade, ona benzer şeylerle avunur. Hakikat bazen bir kelimede saklıdır, bazen bir sessizlikte; fakat biz genellikle en gürültülü yerlerde ararız onu. Din de öyledir: kalbe indirilen bir huzurun adı olması gerekirken, çoğu zaman ezberlerin, kitapların, kişilerin ve isimlerin arasında kaybolur.
Bugün birçok insan, “dindir” diye duyduğu bilgiyi, Allah’ın kelamına değil; insanın kalemine onaylatıyor. Sanki Kur’an yeterli değilmiş gibi, beşerî metinlere kutsiyet yüklüyor. “Filanca alim şöyle dedi,” ya da “falanca kitapta böyle yazıyor” sözleri, Allah’ın ayetlerinden daha gür duyuluyor. Oysa ilahi kelam, kıyamete kadar baki bir rehber olarak indirilmişken, biz hâlâ onu doğrulamak için insanın sözünü delil getirme gafletindeyiz.
Oysa Allah, kendi kelamını “apaçık” olarak nitelemiştir. O, ne bir çağın diliyle sınırlıdır ne bir coğrafyanın. Kur’an, hem geçmişi hem geleceği kuşatan, insanın özünü tanıyan bir hitaptır. Ama biz bu hitabı duymak yerine, onun etrafında dolaşmayı seçtik. Kur’an’a yönelmek, zordur çünkü orada insan kendiyle yüzleşir; orada hesap başlar. İnsan sözündeyse hesap yoktur; sadece kanaatler vardır, kolay rahatlatan yorumlar, peşinden sürükleyen kalıplar…
İnsan, kolay olanı sever. Bu yüzden hakikatle arasına aracılar koyar. “Ben araştırmam, onlar araştırmış” der. “Ben bilmem, onlar bilir” der. Böylece ilmin yükünü üzerinden atar, sorumluluğu da devreder. Ama Allah, insanı bireysel bir muhasebeye çağırır. “Sana bu sözü kim söyledi?” diye soracaktır. O gün, hiç kimse başkası adına cevap veremeyecektir.
Gerçek ilim, başkasının tekrarı değil, hakikatin sorgusudur.
Gerçek iman, körü körüne itaat değil, bilinçle yönelmedir.
Ve en önemlisi: gerçek teslimiyet, Allah’ın sözünü her sözün üstüne koyabilmektir.
Bugün nice kalp, Kur’an’ı tasdik etmek yerine, insan sözünü Kur’an’a onaylatmaya kalkıyor. Bu, onay mührünü yanlış yere basmaktır. Çünkü Allah’ın kelamı, bir ölçüdür; beşer sözünün terazisidir. O teraziyi bırakıp da tartıyı insanların eline verirsen, ağırlık hep popüler olana, gürültülü olana, alkışlanana gider. Ve hakikat, sessizliğinde kaybolur.
Din, kalabalıkların uzlaştığı bir ortak düşünce değildir. Din, Allah’ın bildirdiğidir; ne eksik, ne fazla.
Kur’an’a arz edilmeyen hiçbir inanç, hiçbir hüküm, hiçbir gelenek, dinin özünden sayılamaz. Çünkü Allah’ın onaylamadığı bir bilgiyi taşımak, altı oyulmuş bir binayı taşımak gibidir. Görünüşte yüksektir ama kökleri yoktur; ilk sarsıntıda çöker.
Kur’an, insanın hem aynası hem ölçüsüdür. Ona bakan, kendini görür. Ondan uzak duran, başkalarının gölgesine sığınır. Fakat gölgede yaşayanlar, ışığı tanıyamaz.
Bu yüzden Allah, kendi kitabına “nur” demiştir.
Çünkü o, hakikatin ışığıdır; insan sözleri ise çoğu zaman yalnızca gölge üretir.
Ey hakikatin yolcusu…
Unutma, din bir miras değil, bir bilinçtir.
Sana öğretileni ezberlemek değil, doğruluğunu Allah’ın kelamında aramaktır esas olan.
İman, kulaktan dolma bilgilerle değil, kalpten gelen sorularla güçlenir.
Ve Allah, sormaktan korkmayan kullarını sever.
Şunu bil ki, hakikat her zaman sade olandır.
Süs, beşerin elindedir; öz, Allah’ın kelamında.
İnsan sözleri, ne kadar yüce görünürse görünsün, Kur’an’a arz edilmedikçe birer yorumdan öteye geçmez.
Ve Allah, kendi kelamını “mizan” yapmıştır; yani her şeyi onunla ölçmemizi ister.
O hâlde: Okuduğun her sözün gölgesinde Kur’an’ın ışığını ara. Duyduğun her bilginin yankısında Allah’ın ayetlerini hatırla.
Ve unutmadan, hiçbir kitabın kapağı seni Allah’a taşımaz; eğer o kitap, Kur’an’ın ruhuna dokunmuyorsa.
Gerçek teslimiyet, bilgiye değil, ilhama değil, Allah’ın bizzat kelamına teslim olmaktır.
Çünkü insanın sözleri değişir, zamanla unutulur.
Ama Allah’ın sözü, çağları aşar;
ve kim onu rehber ederse, asla yolunu kaybetmez.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mahmut Celal ÖZMEN (Konuk yazar)
Kur'an: Gölgede Kalan Hakikat
İnsanoğlu, hakikati arayan bir varlıktır; ama çoğu zaman onu bulmaktan ziyade, ona benzer şeylerle avunur. Hakikat bazen bir kelimede saklıdır, bazen bir sessizlikte; fakat biz genellikle en gürültülü yerlerde ararız onu. Din de öyledir: kalbe indirilen bir huzurun adı olması gerekirken, çoğu zaman ezberlerin, kitapların, kişilerin ve isimlerin arasında kaybolur.
Bugün birçok insan, “dindir” diye duyduğu bilgiyi, Allah’ın kelamına değil; insanın kalemine onaylatıyor. Sanki Kur’an yeterli değilmiş gibi, beşerî metinlere kutsiyet yüklüyor. “Filanca alim şöyle dedi,” ya da “falanca kitapta böyle yazıyor” sözleri, Allah’ın ayetlerinden daha gür duyuluyor. Oysa ilahi kelam, kıyamete kadar baki bir rehber olarak indirilmişken, biz hâlâ onu doğrulamak için insanın sözünü delil getirme gafletindeyiz.
Oysa Allah, kendi kelamını “apaçık” olarak nitelemiştir. O, ne bir çağın diliyle sınırlıdır ne bir coğrafyanın. Kur’an, hem geçmişi hem geleceği kuşatan, insanın özünü tanıyan bir hitaptır. Ama biz bu hitabı duymak yerine, onun etrafında dolaşmayı seçtik. Kur’an’a yönelmek, zordur çünkü orada insan kendiyle yüzleşir; orada hesap başlar. İnsan sözündeyse hesap yoktur; sadece kanaatler vardır, kolay rahatlatan yorumlar, peşinden sürükleyen kalıplar…
İnsan, kolay olanı sever. Bu yüzden hakikatle arasına aracılar koyar. “Ben araştırmam, onlar araştırmış” der. “Ben bilmem, onlar bilir” der. Böylece ilmin yükünü üzerinden atar, sorumluluğu da devreder. Ama Allah, insanı bireysel bir muhasebeye çağırır. “Sana bu sözü kim söyledi?” diye soracaktır. O gün, hiç kimse başkası adına cevap veremeyecektir.
Gerçek ilim, başkasının tekrarı değil, hakikatin sorgusudur.
Gerçek iman, körü körüne itaat değil, bilinçle yönelmedir.
Ve en önemlisi: gerçek teslimiyet, Allah’ın sözünü her sözün üstüne koyabilmektir.
Bugün nice kalp, Kur’an’ı tasdik etmek yerine, insan sözünü Kur’an’a onaylatmaya kalkıyor. Bu, onay mührünü yanlış yere basmaktır. Çünkü Allah’ın kelamı, bir ölçüdür; beşer sözünün terazisidir. O teraziyi bırakıp da tartıyı insanların eline verirsen, ağırlık hep popüler olana, gürültülü olana, alkışlanana gider. Ve hakikat, sessizliğinde kaybolur.
Din, kalabalıkların uzlaştığı bir ortak düşünce değildir.
Din, Allah’ın bildirdiğidir; ne eksik, ne fazla.
Kur’an’a arz edilmeyen hiçbir inanç, hiçbir hüküm, hiçbir gelenek, dinin özünden sayılamaz. Çünkü Allah’ın onaylamadığı bir bilgiyi taşımak, altı oyulmuş bir binayı taşımak gibidir. Görünüşte yüksektir ama kökleri yoktur; ilk sarsıntıda çöker.
Kur’an, insanın hem aynası hem ölçüsüdür. Ona bakan, kendini görür. Ondan uzak duran, başkalarının gölgesine sığınır. Fakat gölgede yaşayanlar, ışığı tanıyamaz.
Bu yüzden Allah, kendi kitabına “nur” demiştir.
Çünkü o, hakikatin ışığıdır; insan sözleri ise çoğu zaman yalnızca gölge üretir.
Ey hakikatin yolcusu…
Unutma, din bir miras değil, bir bilinçtir.
Sana öğretileni ezberlemek değil, doğruluğunu Allah’ın kelamında aramaktır esas olan.
İman, kulaktan dolma bilgilerle değil, kalpten gelen sorularla güçlenir.
Ve Allah, sormaktan korkmayan kullarını sever.
Şunu bil ki, hakikat her zaman sade olandır.
Süs, beşerin elindedir; öz, Allah’ın kelamında.
İnsan sözleri, ne kadar yüce görünürse görünsün, Kur’an’a arz edilmedikçe birer yorumdan öteye geçmez.
Ve Allah, kendi kelamını “mizan” yapmıştır; yani her şeyi onunla ölçmemizi ister.
O hâlde:
Okuduğun her sözün gölgesinde Kur’an’ın ışığını ara.
Duyduğun her bilginin yankısında Allah’ın ayetlerini hatırla.
Ve unutmadan, hiçbir kitabın kapağı seni Allah’a taşımaz; eğer o kitap, Kur’an’ın ruhuna dokunmuyorsa.
Gerçek teslimiyet, bilgiye değil, ilhama değil, Allah’ın bizzat kelamına teslim olmaktır.
Çünkü insanın sözleri değişir, zamanla unutulur.
Ama Allah’ın sözü, çağları aşar;
ve kim onu rehber ederse, asla yolunu kaybetmez.