Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanında adı “peri bacalarıyla” anılan o büyülü beldeye, Ürgüp’e adımınızı atıyorsunuz. Yüzyılların sessiz tanıkları gibi dimdik duran kayaların arasında dolaşırken, taş evlerin zamana direnen hikâyelerini duymayı, rüzgârın oyduğu vadilerde geçmişle bugünün el ele verişini görmeyi umuyorsunuz. Ama olmadı. Gözleriniz, o çok beklenen estetiği değil, koca puntolarla yazılmış bir kelimeye takılıyor: “WC.”
Bir anda büyü bozuluyor. Sanki bir tabloya, ressamın fırçasından değil, dikkatsiz bir elin kaleminden çıkan bir karalama düşmüş gibi… O kelime, sadece bir tuvalin yüzeyini değil, bir kültürün yüzünü de çiziyor. Estetik duygusuzluk, sadece gözle değil, ruhla da kirletiyor mekânı.
Oysa Ürgüp, taşın sessizliğinde bile konuşan bir yerdi. Her bir duvar, ustasının emeğini, halkının geleneğini anlatırdı. Her sokağın kıvrımı, bir masalın izini sürerdi. Fakat şimdi, o masalın ilk cümlesi yerine, bir tuvalet tabelesi karşılıyor bizi.
Ne acı ki, güzelliği görmeden önce, ihtiyaç hatırlatılıyor.
Bu manzara sadece bir levhadan ibaret değil; zihnimizin, estetik anlayışımızın, hatta misafirperverliğimizin aynası. Çünkü artık biz, gelenin ruhuna değil, cebine hizmet etmeyi öğrenmiş gibiyiz. “Turist gelsin de nasıl karşıladığımız önemli değil” düşüncesi, taşın üzerine kazınmış bir hoyratlık gibi duruyor.
Ürgüp, dünyanın gözünde “doğal bir harika”; ama biz onun kalbine, doğallıktan uzak, plastik bir görüntü yerleştiriyoruz. Betonla, reklam tabelalarıyla, yanlış yazılmış kelimelerle örüyoruz geçmişin şiirini. Bir zamanlar göğe uzanan o taş sütunlar, şimdi aşağıya, insanların estetik yoksunluğuna tanıklık ediyor.
Bazen düşünüyorum: Biz mi Ürgüp’ü kirlettik, yoksa Ürgüp mü bizim estetik körlüğümüzü ortaya çıkardı?
Belki de ikisi birden. Çünkü güzelliğe alışmış bir göz, böyle bir manzaraya kayıtsız kalamazdı.
Ve insan, dönüp kendi kendine sormadan edemiyor:
Biz bu topraklarda neyi kaybettik de, güzelliğin kapısına “WC” yazacak kadar körleştik?
Belki de iyi niyetle yapılmıştır. Belki birileri düşünmüştür: “Yabancı turistler kolay bulsun.”
Ama o kolaylığın bedelini düşünmemiştir kimse.
Çünkü bazen bir şeyi kolaylaştırmak, onun anlamını eksiltmektir.
Eskiden insanlar kaybolduğunda sorardı: “Affedersiniz, tuvalet nerede?”
Ve o soru, bir diyalog başlatırdı.
Bir ses, bir gülümseme, bir yön tarifi…
Belki birkaç kelimeyle başlayan o küçük konuşma, iki insanın kalbini birbirine yaklaştırırdı.
Bir yabancı, o toprakların insan sıcaklığını hissederdi; sadece bir yol değil, bir kültür öğrenirdi.
Oysa şimdi, bir levha konuşuyor insanların yerine.
Artık kimse kimseye sormuyor, kimse kimseyle karşılaşmıyor.
O büyük puntolu kelime, yalnızca bir yer göstermiyor; aynı zamanda bir bağ kopuşunu, bir iletişimin ölüşünü işaret ediyor.
Ürgüp’ün kalbinde yükselen o tabelalar, aslında bir toplumun ruh hâlini anlatıyor: Estetiğin yerineişlevi, zarafetin yerine kolaylığı, insanın yerinetabelayı koyan bir anlayış… Turizm uğruna, misafirperverliğin ruhunu yitirmişiz fark etmeden.
“Gelen kolay bulsun” diyerek, aslında insanla insanın buluşma ihtimalini ortadan kaldırmışız.
Bir zamanlar taş evlerin penceresinden bakan yaşlı bir kadın, yabancıya “Hoş geldin evladım” derdi belki.
Şimdi o pencerenin yerinde bir tabela duruyor.
Bir kelimenin büyüklüğüyle, bir kültürün küçülüşünü izliyoruz.
Ürgüp’ün sokakları hâlâ taş; ama o taşların altındaki ruh, sanki biraz yorgun.
Rüzgâr hâlâ esiyor; ama eskisi gibi hikâye fısıldamıyor.
Çünkü her şey, yerini “kolay” olana bırakmış. Kolay bulunmak, kolay satılmak, kolay unutulmak…
Oysa güzellik biraz zahmet isterdi.
Bir şeyin kıymeti, ona ulaşırken harcanan çabadaydı. Yol sormak bile bir kültürdü, bir ilişki biçimiydi.
Biz, bu zarafeti bir tabelaya feda ettik.
Ve şimdi, peri bacalarının gölgesinde o levha hâlâ duruyor.
Bir yön gösteriyor ama bir anlam kaybettiriyor.
Güzelliğin kapısına asılmış bir kelime değil o; bir uyarı sanki: “İnsanlığın estetik duygusu onarılmadan, hiçbir yer tam olarak güzel kalamayacak.”
Ürgüp, hâlâ güzel. Ama o güzellik artık biraz sessiz, biraz kırgın.
Çünkü güzelliği korumak, sadece taşları değil, ruhları da inşa etmeyi gerektiriyor.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mahmut Celal ÖZMEN (Konuk yazar)
Ürgüp’te Güzelliğe Düşen Leke: WC
Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanında adı “peri bacalarıyla” anılan o büyülü beldeye, Ürgüp’e adımınızı atıyorsunuz. Yüzyılların sessiz tanıkları gibi dimdik duran kayaların arasında dolaşırken, taş evlerin zamana direnen hikâyelerini duymayı, rüzgârın oyduğu vadilerde geçmişle bugünün el ele verişini görmeyi umuyorsunuz.
Ama olmadı. Gözleriniz, o çok beklenen estetiği değil, koca puntolarla yazılmış bir kelimeye takılıyor: “WC.”
Bir anda büyü bozuluyor. Sanki bir tabloya, ressamın fırçasından değil, dikkatsiz bir elin kaleminden çıkan bir karalama düşmüş gibi… O kelime, sadece bir tuvalin yüzeyini değil, bir kültürün yüzünü de çiziyor. Estetik duygusuzluk, sadece gözle değil, ruhla da kirletiyor mekânı.
Oysa Ürgüp, taşın sessizliğinde bile konuşan bir yerdi. Her bir duvar, ustasının emeğini, halkının geleneğini anlatırdı. Her sokağın kıvrımı, bir masalın izini sürerdi. Fakat şimdi, o masalın ilk cümlesi yerine, bir tuvalet tabelesi karşılıyor bizi.
Ne acı ki, güzelliği görmeden önce, ihtiyaç hatırlatılıyor.
Bu manzara sadece bir levhadan ibaret değil; zihnimizin, estetik anlayışımızın, hatta misafirperverliğimizin aynası. Çünkü artık biz, gelenin ruhuna değil, cebine hizmet etmeyi öğrenmiş gibiyiz. “Turist gelsin de nasıl karşıladığımız önemli değil” düşüncesi, taşın üzerine kazınmış bir hoyratlık gibi duruyor.
Ürgüp, dünyanın gözünde “doğal bir harika”; ama biz onun kalbine, doğallıktan uzak, plastik bir görüntü yerleştiriyoruz. Betonla, reklam tabelalarıyla, yanlış yazılmış kelimelerle örüyoruz geçmişin şiirini. Bir zamanlar göğe uzanan o taş sütunlar, şimdi aşağıya, insanların estetik yoksunluğuna tanıklık ediyor.
Bazen düşünüyorum: Biz mi Ürgüp’ü kirlettik, yoksa Ürgüp mü bizim estetik körlüğümüzü ortaya çıkardı?
Belki de ikisi birden. Çünkü güzelliğe alışmış bir göz, böyle bir manzaraya kayıtsız kalamazdı.
Ve insan, dönüp kendi kendine sormadan edemiyor:
Biz bu topraklarda neyi kaybettik de, güzelliğin kapısına “WC” yazacak kadar körleştik?
Belki de iyi niyetle yapılmıştır. Belki birileri düşünmüştür: “Yabancı turistler kolay bulsun.”
Ama o kolaylığın bedelini düşünmemiştir kimse.
Çünkü bazen bir şeyi kolaylaştırmak, onun anlamını eksiltmektir.
Eskiden insanlar kaybolduğunda sorardı: “Affedersiniz, tuvalet nerede?”
Ve o soru, bir diyalog başlatırdı.
Bir ses, bir gülümseme, bir yön tarifi…
Belki birkaç kelimeyle başlayan o küçük konuşma, iki insanın kalbini birbirine yaklaştırırdı.
Bir yabancı, o toprakların insan sıcaklığını hissederdi; sadece bir yol değil, bir kültür öğrenirdi.
Oysa şimdi, bir levha konuşuyor insanların yerine.
Artık kimse kimseye sormuyor, kimse kimseyle karşılaşmıyor.
O büyük puntolu kelime, yalnızca bir yer göstermiyor; aynı zamanda bir bağ kopuşunu, bir iletişimin ölüşünü işaret ediyor.
Ürgüp’ün kalbinde yükselen o tabelalar, aslında bir toplumun ruh hâlini anlatıyor:
Estetiğin yerine işlevi, zarafetin yerine kolaylığı, insanın yerine tabelayı koyan bir anlayış…
Turizm uğruna, misafirperverliğin ruhunu yitirmişiz fark etmeden.
“Gelen kolay bulsun” diyerek, aslında insanla insanın buluşma ihtimalini ortadan kaldırmışız.
Bir zamanlar taş evlerin penceresinden bakan yaşlı bir kadın, yabancıya “Hoş geldin evladım” derdi belki.
Şimdi o pencerenin yerinde bir tabela duruyor.
Bir kelimenin büyüklüğüyle, bir kültürün küçülüşünü izliyoruz.
Ürgüp’ün sokakları hâlâ taş; ama o taşların altındaki ruh, sanki biraz yorgun.
Rüzgâr hâlâ esiyor; ama eskisi gibi hikâye fısıldamıyor.
Çünkü her şey, yerini “kolay” olana bırakmış.
Kolay bulunmak, kolay satılmak, kolay unutulmak…
Oysa güzellik biraz zahmet isterdi.
Bir şeyin kıymeti, ona ulaşırken harcanan çabadaydı.
Yol sormak bile bir kültürdü, bir ilişki biçimiydi.
Biz, bu zarafeti bir tabelaya feda ettik.
Ve şimdi, peri bacalarının gölgesinde o levha hâlâ duruyor.
Bir yön gösteriyor ama bir anlam kaybettiriyor.
Güzelliğin kapısına asılmış bir kelime değil o; bir uyarı sanki:
“İnsanlığın estetik duygusu onarılmadan, hiçbir yer tam olarak güzel kalamayacak.”
Ürgüp, hâlâ güzel.
Ama o güzellik artık biraz sessiz, biraz kırgın.
Çünkü güzelliği korumak, sadece taşları değil, ruhları da inşa etmeyi gerektiriyor.