SON DAKİKA
Hava Durumu

Cumhuriyet ile neler değişti?

Yazının Giriş Tarihi: 28.10.2017 22:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.10.2017 22:00
Yarın kişi egemenliğinin “milli egemenlik” sayıldığı dönemin başlangıcıdır. Kişi egemenliğinin, milli egemenlik karşısında “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemezliğinin” başlangıcıdır. Bu dönemde kişi egemenliğini fazilet bilenler, sanki asırlarca kişi egemenliği görülmemiş gibi atıp tutma yarışı içindeler. Dünya durdukça böyle kişi egemenliğinin tabu haline getirildiği ülke örnekleri arasında Türkiye’nin çok özel bir yeri olacaktır.

Adet olduğu üzere Cumhuriyetten önce okuma yazma oranının sıfıra çok yakın olduğu, doktor ve öğretmen sayısının bine ulaşmadığı, birkaç yüz tane Eczacının da Rum ve Ermeni olduğu iddia edilerek atılan heyecanlı nutuklara M.S. 2017’de bile inananların olması bir aydınlanma dönemini bir türlü yaşamadığımızı gösteren örneklerdendir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ordular dağılmış, ülke işgal edilmiş, herkes kaçmış, saklanmış derken hiç yoktan birisi ortaya çıkarak “ben bu işi yaparım” demiş. 100 yıldan beri bıkmadan usanmadan bir mitoloji kahramanı anlatma yarışı sürüp gitmektedir.

Türkiye zaten meşrutiyetle birlikte “milli egemenlik” ile tanışmıştı. İkinci meşrutiyet döneminde Anayasada yapılan değişikliklerle padişahın yetkileri sınırlandırılmış, sembolik seviyeye indirilmişti. Çok partili özgür seçimler yapılmış hemen her siyasi görüşün kendini tanıttığı yayın organları, gazeteleri olmuştu. Bu dönemde Türk halkı özgür basın ve özgür seçimler için müsaitken, ülke şartları bu işler için elverişli iken birden bire ne olduysa olmuş halk özgür seçimler ve özgür basın için müsait olma özelliğini kaybetmiş ülkenin şartları da bu işler için elverişli olmaktan çıkmıştır. Birileri bu mitolojinin hala cazibesini koruduğunu zannetmektedir.

Birinci Dünya Savaşını kaybeden ittifak devletlerinin tamamında yönetim değişmiştir. Bu arada Türkiye’de de yönetim daha doğrusu rejim değişmiştir. Bu değişikliklerin, ülkelerin kendi kararları ile olduğu ve savaşı kazanmış olan İtilaf Devletlerinin katkısı olmadığına inanma gerçeği, tarihi yok saymaktır. Bu rejim değişikliğini itilaf devletlerinin neden istediklerini ve gerçekleşmesi için nasıl müdahil olduklarını görmekten anlamaktan aciz olanların bu konuda fikir beyan etmeleri hem ibretlik hem de eğlencelidir.

Cumhuriyetle birlikte, sınırsız yetkileri olan padişahlığın sona erdiği de elbette mitolojinin devamıdır. Birinci cumhurbaşkanının yetkilerinin bırakın her hangi bir padişahtan az olmasını eşit bile olmadığı gibi onları kıskandıracak bir fazlalığa sahip olduğu da herkesin bildiği bir gerçektir.

Osmanlı döneminde okuma yazma oranının çok düşük olduğu vurgusu o kadar fazladır ki zannedilir ki bütün dünyada bu oran yüzde yüz iken sadece Türkiye’de bu kadar düşüktür. Kadın hakları konusunda vurgular o kadar hayali ve temelsizdir ki bilmeyen zanneder ki Osmanlı döneminde kadınlar tümüyle köle gibi alınıp satılırken cumhuriyet döneminde özgürleşmiş bir de seçme ve seçilme hakkı elde etmiştir. Kadını ile erkeği ile Türk halkının 1923/1950 arasında karar verdiği tek bir olay tek bir konu var mıdır? Her konuda bir kişinin tek başına karar verme yetkisine sahip olduğu bir dönemde kadının erkeğin seçme ve seçilme hakkından söz edilmesinin mizahın ötesinde bir değeri olabilir mi?

İşgallerin oluşturduğu kabus bilinirde kimlerin hangi cephede bu kabusa yol açtığı üzerinde ise hiç kimse durmaz. Osmanlı ordusunun Suriye cephesinde nasıl çöktüğü, iki ayda dört ülkeyi nasıl kaybettiğini kimse görmez ve konuşmak istemez. Oysa işgaller bu cephedeki yenilginin kaçınılmaz bir sonucuydu.

Şehirler için icat edilen efsaneler ise bir yarış halindedir; “Samsun kurtuluşun başladığı yer, Erzurum Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer, Sivas Cumhuriyetin kurulduğu yer, Ankara Cumhuriyetin başkenti” gibi. Hemen her şehir için uydurulan bir hikâye vardır ama bu hikâyeler arasında galiba tek suçlu durumuna düşen yer ise İstanbul olmaktadır. O kadar suçu büyük olmalı ki İngilizlerin ısrarı ile başkent olma özelliğini bile kaybetmiştir.

Oysa bu tartışmaların ve hikâyelerin vatandaşın sorunlarına çözüm getirmediği geçen yüz yılda görülmüştür. Tek parti, tek adam döneminde yaşam kalitesinin yerlerde sürünmesine engel olmamıştır. Vatandaşın hak ve özgürlükleri sadece bir kişinin lutfuna ve kişisel durumuna bağlı kalmıştır.

Tek parti döneminde yaşanan sefalet ve zulümler Kuyucu Murat Paşa dönemini bile aratmıştır. O sefalet ortamında tepedeki yöneticinin kaçıncı padişah olup olmadığı hakkındaki tartışmalar anlamını yitirmiştir. Üç koyun için vergi ödemekten aciz duruma düşürülen köylüler için “köylü milletin efendisidir” vecizesi geliştirilmiştir. Öldüren, süründüren sefalete karşı büyük bir efendilikle sükunetle sabreder denilmiştir. Oysa o sefalet hikâyeleri yüz yıl sonra bile korkutucudur. Köylünün ayakları üzerinde duracak takati bile kalmamıştır. Artık o dönemde kaçıncı padişahın cumhuriyetin başında olduğu da anlamını yitirmiştir.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.