SON DAKİKA
Hava Durumu

Hizbullah'ın Patlaması

Yazının Giriş Tarihi: 01.10.2024 12:36
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.10.2024 12:36

İran eskiden beri, Arap Dünyasında bir yer/bir güç edinme çabası içinde olmuştur. Zannedildiğinin aksine bu çaba İslam Devrimi (1979) ile başlamış değildir. Ancak Arap yarımadasında Fars nüfusu olmadığından, İran nüfuzunu Şii azınlık ile temin etmeye çalışmıştır.

Şah Pehlevi’nin temin ettiği imkanlar ile Lübnan Şiileri arasında İmam Musa Sadr (Kayıp İmam) Emel Örgütünü kurarak, İran’a Akdeniz’de bir kapı aralamaya çalışmıştır. Şahın Devrilmesinden sonra, İran’ın Lübnan siyaseti değişmeden yoluna devam etmiştir. Ayetullah Humeyni, Emel’in yapısını beğenmemiş, onun yerine Hizbüllah’ı tesis ettirmiştir. Humeyni’nin bağlıları 1982-1983’te Beyrut’ta ABD askeri üssüne ve üniversitesine düzenledikleri saldırılar ile fiilen Emel’den ayrılmışlar ve 1985’te Hizbullah kurulduğunu ilan etmişlerdir.

Hizbullah, her ne kadar gücünü ve itibarını silahlı kanadından alsa da sadece silahlı bir örgüt değildir. Kendisine bağlı okulları, camileri, hastaneleri, yardım kuruluşları, milletvekilleri, bakanları olan, Lübnan’ı içerden teslim alan bir yapıya sahiptir. Hizbullah'ın önünü açan önemli gelişmelerden birisi de 1989 Taif Anlaşması ile Lübnan içinde silahlanma ayrıcalığına sahip örgüt durumuna getirilmesi olmuştur.

Lübnan’da bu işler olurken, Lübnan Suriye’nin işgali altındadır. Şah Zamanında İran ile Suriye arasındaki “özel ilişkiler”, devrimden sonra da devam etmiştir. Suriye, işgalindeki Lübnan’da Hizbullah'ın güçlenmesini kolaylaştırmıştır.

2005’te Refik Hariri suikastı, Lübnan’da siyasi dengeleri değiştirmiştir. Uluslararası baskıların sonunda Suriye, Lübnan’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Hizbullah ise büyümesinde emeği olan Baasçı Suriye’nin Lübnan’da kalması için mücadele etmiş ancak başarılı olamamıştır. Lübnan’da kurulan uluslararası özel mahkeme, Hariri suikastını Hizbullah üyesi Selim Cemil Ayyaş’ı suçlu bulup mahkum etmiştir. Hariri’nin en büyük siyasi hedefi, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini temin etmeye çalışmak olmuştur.

Lübnan Anayasasında 18 farklı dini/mezhebi ve etnik grubun varlığından söz edilmektedir. İran ve Suriye’nin çabaları ve Taif Anlaşmasının sağladığı imkanlar ile Hizbullah, bu grupların hepsine üstün gelmiştir. Bu da ülke içinde Hizbullah’a karşı rekabetleri, düşmanlıkları arttırmıştır. Ancak 2006’da İsrail ile yapılan 33 günlük savaşta Hizbullah elemanlarının, İsrail’e karşı direnmeleri, ülke içinde ve dışında Hizbüllah’a ve onun lideri Seyyid Hasan Nasrallah’a büyük itibar kazandırmıştır.

İslam Dünyasında hemen her şehirde, bölgede sayılarını kimsenin bilemeyeceği kadar seyyid ve şerif unvanını taşıyan aileler vardır. Osmanlı döneminde bu ailelerin kaydını tutmak için özel bir daire olan Nakibü’l-Eşraflık kurulmuştur. Teslim edilmelidir ki Hz. Muhammed’in iki torunu Hasan ve Hüseyin’in bu kadar çok soyu-sopu olması akla uygun değildir. Ancak seyyid ya da şerif unvanını kullananlar, Müslüman topluluklar arasında, eskiden beri büyük itibara sahip olduklarından dolayı, seyyid olan da olmayan da bu unvanı kullanma yarışına girmiştir. Böylece bu unvanlar, feodalite döneminin itibar ve güç kazandıran unvanları olagelmiştir.

2006 Savaşının ardından 2011’de başlayan Suriye Halk Devrimine karşı Nasrallah ve Hizbüllah, Esat’ın Baas iktidarının yanında Rusya ile birlikte, Suriye halkına karşı savaşmıştır. Deraya, Madaya, Zabadani, Hüseyniye ve Diyabiye, Kuseyr, Hula ve Halep gibi şehirlerde, Hizbullah elemanları savunmasız, çaresiz sivil halka karşı büyük kıyımlar, katliamlar yapmışlardır. Benzeri bir durum, Irak iç savaşında da tekrarlandı ve Hizbullah elemanlarının bir kısmı da Irak iç savaşında acımasızlıkları ile ün yaptılar. Böylece Nasrallah, 2006 Savaşında Müslüman topluluklar arasında elde ettiği bütün itibarını, kaybetmiştir.

7 Ekim 1923’te başlayan Aksa Tufanında İsrail ve Hamas arasındaki savaşta, Hizbullah uzun süre seyirci kaldı. Taktik açıdan önemli bir yanlış karardı. Çünkü Hizbullah işin başında savaşa müdahil olsaydı, İsrail güçleri ikiye ayrılmak zorunda kalacağı için, daha büyük bedeller ödemek zorunda kalacaktı. Ancak İsrail, önce Gazze sonra Batı Şeria’da bir yıl süren operasyonlarının ardından, Lübnan’a /Hizbullah’a saldırmıştır.

Görünüşe göre İsrail, 2006’dan başlayarak Hizbullah için hazırlanmıştır. Buna karşılık Hizbullah ise gücünü, Suriye’de Irak’ta Müslüman topluluklara karşı kullandığından, hem gücünü hem de itibarını tüketmiştir. Çünkü 17/18 Eylül 2024 günlerinde Hizbullah elemanlarının kullandıkları çağrı cihazları, telsizler patlatılarak binlercesi öldürülmüş ya da yaralı halde sakat bırakılmıştır. Eylül ayı içinde İsrail, Hizbullah'ın tepe yöneticilerine tek tek operasyonlar düzenleyerek, hiyerarşisini çökertmiştir.

Nihayet 27 Eylül 2024 Cuma günü Beyrut/Dahiye’de İsrail’in saldırısına uğrayan Nasrallah öldürülmüştür. Özellikle Suriye’de evleri başlarına yıkılarak katledilen yüzbinlerin akıbetini yaşamıştır. İsrail’in Hizbullah için büyük hazırlıklar yapmış olmasına karşılık, Hizbullah adeta hazırlıksız yakalanmış, İsrail tarafından patlatılmıştır.

Nasrallah’tan önce Hizbullah lideri Abbas Musavi’de bir İsrail saldırısında 1992’de öldürülmüştür. Onun yerine geçen Nasrallah ise 32 yıl Lübnan’da İran’ın eli kolu olmuş, İran’ın gönüllü bir askeri gibi davranarak, Lübnan halkının bir bölümünün kanlarını, canlarını ve imkanlarını İran için cömertçe kullanmıştır. 32 Yıl öncesine göre işgalci İsrail, hem Filistin’de hem de Lübnan’da daha etkili duruma gelmiştir.

Nasrallah öldüğü için Hizbullah bitmez. İran kendisine askerlik edecek yeni bir isim bularak yoluna devam edecektir. Ancak Lübnan halkının bu yolculuktan bir şeyler kazanmasını beklemek beyhudedir.


Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.