SON DAKİKA
Hava Durumu

Yeni Türkiye

Yazının Giriş Tarihi: 29.11.2022 21:51
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.11.2022 21:51

İslamcılık tartışmaları yeni örneklerle zenginleşmeye devam etmektedir. Yeni sayılacak görüşlerden birisi de “İslami olmayan İslamcılık siyaseti” iddiasıdır. Buna göre devlet ile İslam arasında olması gereken ayırım ortadan kalkınca ekonomik kriz olmuş. İnanması zordur ancak böylece ekonomik krizin sorumlusu olarak İslamcılık ilan edilmiştir.


İktidar partisinin kendisini bir dükkan gibi görmesi, Avrupa Birliği standartlarına göre ülkeyi yönetme görüşü, kuvvetler ayrılığı, özgürlükler terk edilmiş nihayet din devlet ayrılığı unutulunca krizler, sorunlar artarak bir birini takip etmeye başlamıştır. Evet bu iddialar aynı zamanda Türkiye’deki sorunların, ekonomik krizlerin de sebeplerini kendine göre sıralamıştır.


Türkiye’yi bilmeyen zanneder ki Türkiye bir İslam Cumhuriyeti olmuştur. Her konu İslam ilkelerine göre kararlaştırılmaktadır. Bu iddialar aynı zamanda eski Türkiye’ye duyulan bir özlemin açıklamasıdır. Yeni Türkiye söylemi ile birlikte sıralanan bu nedenlerden dolayı Türkiye’de hayatın yaşanamaz derecede zorlaştığı ileri sürülmektedir.


İslamcılığın özü “Müslümanların ittifak etmesi” görüşüne dayalıdır. Türk makamları bir yandan NATO’ya bağlılıkları, diğer yandan AB’ye üye olacağız diye karşılığı olmayan bir hayalin peşinden koşmalarının yanında, halkı Müslüman olan ülkelerle hemen her alanda iyi ilişki kurma çabası ile ara yerde, bir Araf hali yaşamaktadır. Ne doğudan ne de batıdan vaz geçememektedirler. Aynı anda hem doğuda hem de batıda olunabileceği takıntısını aşamamışlardır. Üstelik halkı Müslüman olan ülkelerin ezici çoğunluğunun başında, Batının bir kuklası bir ajanı durumunda olan yöneticiler ise Müslüman Birliği hedefinin en büyük hasımlarıdır.
İslamcılık diye Müslümanların birliği görüşüne saldıranlar aslında sömürgecilere (Batılılara) şirinlik yarışı içindedirler. Bu yüzden Müslümanların birliği görüşüne yaptıkları itirazların nesnel bir değeri de yoktur.  Efendilerinin takdirlerini kazanmaya çalışan kölelerin çabalarından bunların durumu farksızdır.
Eski Türkiye’de “milletin kayıtsız, şartsız egemen olduğuna” inanmamız istenilmektedir. Kadın nüfusunun başörtülü olan çoğunluğu, 2015’e kadar seçilme hakkına sahip değildir. Tahmini olarak nüfusun dörtte biri kadarı, seçilme hakkına hatta okullarda okuma ve memurluk hakkına sahip olmadığı dönemden, milletin kayıtsız şartsız egemen olduğu dönem diye söz edilmektedir.


Eski ve yeni Türkiye’de seçilmiş olmanın şartlarından birisi de CHP’nin altı okuna (Atatürk ilkelerine) bağlılık yemini etmektir. Bu durumu millet egemenliği için sorun bilmeyenler, eski Türkiye’nin değerlerini bir çare olarak görmektedirler. İktidar partisinin bir şahsın dükkanı yapıldığı iddiasını bir yakınma, bir şikayet sebebi sayanlar yüzyıldan beri Türkiye’nin ölü bir şahsın dükkanı olarak kullanılmasından hiçbir rahatsızlıkları yoktur. Ölülerin egemenliğine itiraz edemeyenler, milletin seçtiklerine itiraz etmeyi demokrasi diye pazarlamaktadırlar.


CHP’nin tek parti dönemi uygulamalarını “değiştirilemez değiştirilmesi teklif dahi edilemez” takıntısını, anayasanın temel kuralı olarak baş tacı edilmesine itirazı olmayanlar, millet egemenliğini nasıl kayıtsız, şartsız hale getirecektir? Anayasada böyle bir hükmün yer alması millet egemenliğinin önünde en büyük tehdittir. Türkiye’yi bir şahsın özel mülkü gören bir anlayışın sonucudur. Böyle bir mülkiyet anlayışına itiraz edemeyenler, milletin egemenliğinden nasıl söz edebilmektedir?

TBMM’yi yönetimin odağına koyma, TBMM’nin yetkisini, gücünü arttırma çabası gülünç bir iddiadır. Çünkü eski Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri TBMM’nin ne kadar güçsüz ve itaatkar olduğunun örnekleridir. İktidar partisinden devşirilen beş on milletvekiliyle, nasıl hükümet krizlerinin yaşandığını bilenler hala çoğunluktadır. Milletin vermediği bir iktidarın, beş on milletvekilinin devşirilmesi ile el değiştirmesi TBMM’nin gücünden değildir. Askerin ve sermayenin vesayet gücünden dolayıdır. Türkiye’ye o eski dönemin krizlerini vaad edenler, Türkiye’nin geleceğine karşı bir suikast içindedirler.


Demokrasi ve özgürlük için eski Türkiye hayalini pazarlayanlar, Kürt Sorununun geldiği seviyeye gözlerini kapatmayı tercih etmektedirler. Kürtçe günümüzde okullarda seçmeli ders olmuştur. Üniversitelerde, Kürtçe ve Zazaca bölümleri açılmıştır. Kürtçe, Zazaca radyo televizyon serbesttir. Kürtçe, Zazaca siyasi propaganda yapılabilmektedir. 1991’den beri PKK’nın partileri, temsilcileri TBMM’de bulunmaktadır. Bu partiler hazineden pay almaktadırlar. Bundan daha öteye ne olabilir? Özgürlük ve demokrasi istekleriyle, teröre karşı yapılan mücadeleyi etkisiz hale getirme çabası doğrudan terör suçuna ortak olmaktır.


İktidar nimetlerinden yoksun bırakılanların, sınır tanımaz bir şirretlik içinde eski Türkiye’nin bezirganları olmaları, her şeyden önce kendilerinin birer ahlak sorunları yaşadıklarını göstermektedir. Hiçbir kutsala sahip olmadıkları, vaz geçemeyecekleri hiçbir ilkelerinin bulunmadığını, her an her şeyi satabilecek düzeysizliği, varlık nedeni haline getirdiklerini göstermektedir.


Bütün bunların olması Yeni Türkiye’yi inşa edenlerin işledikleri kusurları ortadan kaldırmaz. Cemaat, zümre, okul, tarikat ayrıcalığının, milletin yüzyıllık özlemlerinin heba etmesine vesile olmanın vebali omuzlarındadır. Bu ayrıcalıklar Yeni Türkiye’nin kamburudur. Millet egemenliğinin üzerine kabus gibi konulan engeller kadar, bu ayrıcalıkların aşılması da Yeni Türkiye’nin kurucularının borcudur. Hem de bu borç ekonomik krizi aşmaktan daha önemli ve acildir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.